Herkese merhabalar 4k'yı geçmişiz çok mutluyum. İyi ki varsınız gerçekten. Ben sizin sayenizde moral bulup sizin sayenizde yazıyorum. Hele bir de her bölümü sabırsızlıkla bekleyip uzun uzun yorum atanlar var ki, onlara diyecek bir şey bulamıyorum. Çok mutlu ediyorsunuz beni. Hepinizi çok seviyorum.
Keyifli okumalar.
Aradan günler, hatta haftalar geçmişti. Çınar bir türlü eskisi gibi olamıyordu. Bunu ona ben yapmamıştım ama gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştum. Ve bu his beni inanılmaz derecede huzursuz ediyordu. Kızlar ise sürekli neyim olduğunu soruyorlardı ama Çınar'ın sırrını saklamam gerektiği için ailemi özlediğim bahanesine sarılıyordum. Umarım Çınar bir an önce düzelirdi de herşey eskisi gibi olurdu.
O gün yine bir çarşamba günüydü. Çarşamba günleri her zaman işkence olurdu bizim için. Çınar iyi olmadığı için bin kat daha işkence oluyordu bana. Öğle yemeklerimizi yedikten sonra dinlenmek için odamıza çıkıyorduk ki Çınar'ı yine dalgın bir şekilde yanımdan geçerken gördüm. Kolunu tutup onu durdurdum. Dalgın olduğu için bir an şaşırdı ama o şaşkınlık iki saniye bile sürmedi.
"Bir şey mi oldu?" dediğinde "Konuşabilir miyiz?" dedim. Kafasını olumlu anlamda sallayıp gittiği yönün tersine yürümeye başladı. Ben de peşinden gittim. Herkes öğle arası olduğu için yatakhanelerinde dinleniyordu. Bu nedenle bahçede çok az kişi vardı. Gidip bir banka oturduk. İkimiz de susuyorduk. Hani mesela dizilerde en uyuz olduğum sahne; kız veya oğlan bir şey konuşmak ister ama o konuşmak için çocuğu çağıran kız bir türlü ağzını açmaz ya o kişiyi evire çevire dövmek isterim. Şu an kendimi tokatlasam yeridir.
"Dilan, adımın hakkını vericem en sonunda. Çınar ağacı gibi kök salacağım şimdi. Hadi konuşsana." dediğinde onunda düşüncelerini anlamış oldum.
"Ben de bunu demeni bekliyordum." Kısa bir nefes alıp devam ettim "Bak Çınar haftalardır o kadar kötü durumdasın ki inan seni her gördüğümde kendimi suçluyorum." dediğimde hemen "Ne alakası var Dilan sen bir şey yapmadın ki." diye atağa geçti. "Hayır Çınar o gün saçlarına dokunmasaydım sana böyle hissettirmeyecektim." dedim.
Burun kemerini tutup gözlerini kapattı "Bilemezdin." dedi.
"Evet bilemezdim. Çınar lütfen eski sen ol. Ben seni böyle görmeye dayanamıyorum." dediğimde o hüzünle bakan gözleri yumşadı birden. Şefkat belirdi o gözlerde. Sanki eski Çınar gibi bakmaya başlamıştı. Ah, hadi ama bu kadar kolay olamaz değil mi?
Hafifçe dudakları yukarıya doğru kıvrılınca dayanamayıp sarıldım. İlk başta tepki göstermedi. Sanırım şaşırmıştı. Yaklaşık beş saniye kadar sonra oda bana sarıldı. Onun omzu o kadar muhteşemdi ki. Güven vardı, şefkat vardı. En önemlisi huzur vardı. Ben kendime bunları kolay kolay kabul ettirmiştim. Bu aşık olduğumun göstergesi miydi? Sanırım öyleydi. Bu hisse kapılınca aniden kendimi geri çektim. Çınar şaşkın gözlerle önce boş kalan kollarına sonra da bana baktı "Bir şey mi oldu?" dedi kadife sesi ile.
"Omzundaki kemiğin battı ayol." dediğimde gür bir kahakha attı. Allahım ben nasıl özlemişim bu gülüşü. "Gülmesene ya. Omzun çok rahatsız edici." dedim. Yalan söylemiştim.
"Ben mi dedim omzuma yat diye. Hem dinlenme odasında horul horul uyuyordun omzumda." dediğinde mahcup gözlerle hemen beton zemine odaklandım. Utanmıştım. "Tamam kız utanma hemen." deyip omzuma vurdu. Hafifçe kıkırdadım. "Hadi beden eğitimi dersi başlayacak."
...
"Lan başlarım böyle okula. Götüm çıktı koşmaktan."
"Aleyna fazla söylenme bu koşuyu ısınmak için yapıyoruz. Canımızı çıkaracaklar daha." dediğimde "İsyaaaaaaan!" diye bağırmaya başladı.
"Ben burda iyi kilo verdim galiba." dedi Güneş "Survivor halt yemiş."
Ceren'e baktım. Gayet sportif bedeni ile çok rahat koşuyordu. Düzenli ve kontrollü nefes alış verişleri ile hiç zorlanmıyordu koşarken. Zaten ilk günden beri böyleydi Ceren. Beden eğitimi dersleri onun kendini motive etme etkinliği gibi bir şeydi. Bir de az çok yarışçı ruhu vardı Ceren de. Her konuda iyi olmak, takdir edilmek isterdi. Bu da onu hayattan şikayetçi olmayan bir insan yaptı çoğu zaman. Hep güçlüydü o. Grubumuzun ablası.Biz koşmaya devam ederken Ömer yüksek sesle "Güneş eğil!" diye bağırdı. Güneş de panik içinde eğilince Ömer, Güneş'in üstünden atlayıp koşmaya devam etti. Ne yapıyordu bu salak?
"Lan manyak! Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı arkasından ama Ömer duymadı. Hala tam gaz koşuyordu. Bu kadar hızlı koşmasına Vural hoca da kızıyordu fakat o aldırış etmeden koşmaya devam ediyordu. Ama ne amaçla?
"Evladım dursana artık." diye bağırdı Vural hoca. Ömer durmadı. "Lan dur! Elli şınav mı istiyorsun?" deyince Ömer, hızını yavaşlattı. Ayakları yerde ses çıkara çıkara durdu. Kıpkırmızı olmuştu yüzü. Hatta biraz kızıl biraz mavi. "Evladım neden zincirden boşalmış boğa gibi koşuyorsun?"
Ömer cevap vermek istiyor ama nefes nefese olduğu için bir türlü konuşamıyordu. "Yok abi ben diyorum size bu çocukta eksik bir şeyler var." dedi Mücahit. Gülmeden edemedim. Ben gülerken Güneş'le göz göze geldim. Dudak hareketleri ile sessizce "Komik mi?" dedi. Hadi ama Ömer'in avukatlığını mı yapacaktı şimdi de? "Evet." diye cevap verdim. Göz devirdi.
"Hocam göbek yapmışım. Eritmem lazım." deyince herkes dop dolu kahkaha attı. Vural Hoca da bıyık altından tebessüm edince hemen öksürüp kendini toparladı. "Oğlum, böyle koşarak göbeğin erimez ki. Bana söyleseydin senin için bir program hazırlardık eritirdin göbeğini."
"Tamam hocam sizin dediğiniz gibi yapalım." dedi. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi parmağını kaldırdı ve "Baklavam da olacak mı?" diye sordu. Artık hepimiz gülmekten altımıza yapacaktık. Çınar'ın bile morali düzelmişti. Dolu dolu gülüyordu. Eskisi gibi.
Bu bölüm ne yazık ki kısa oldu affınıza sığınıyorum. Bölüm biraz Çınar'ın kendisine gelmesi ile alakalı oldu bu seferlik. :)