Evet kabus gibi bir yolculuk... Evet Eylül ve Çınar tam önümdeki koltukta çok eğleniyorlar... Ve evet tırnaklarımı yiyorum...
Tanrım nerden sevdim nerden düştüm bu belaya?
Tıngır mıngır devam ederken yolumuza mola vermek için bir tesiste durduk. Ve bilin bakalım tesis nasıl bir tesis? Kamyoncular için yapılmış bir tesis. Otobüsten inerken ürkek bir şekilde etrafı süzüyorduk hepimiz. Çevremizde bir sürü tır ve kamyonet vardı. Üstelik Ocak ayında iken beyaz atletli adamlar bile vardı. Yoksa burası? Karahambarcılar?
"Amca neden buraya geldik ki?" diye sordu Rüzgar. Vural Hoca sert bir bakış atınca "Yani Hocam." diye düzeltti.
"Birincisi buranın kuzu eti çok güzel. İkincisi hesaplı. Sizi Nusr-ET e mi götürecektim bir de?" dedi.
Bütün öğrencileri bir gülme aldı ama etraftan gelen koyun kakası kokusu bu gülmeyi yarıda kesti.
Güneş burnunu tıkayıp "ay burası şey kokuyor." deyince Ömer de "Ney kokuyor?" dedi.
"Şey işte Ömer dışkı." diye cevap verdi Güneş.
"Haaa evet koyun boku."
Evet tam Ömer den beklenen bir cümle.
Yine ürkek adımlar ile mekana giriş yaptık. İçerisi ağır bir şekilde et kokuyordu. Bir sürü adam-kıllı- hunharca et yiyordu. Kalabalık olduğumuz için görevli bir adam üç masayı bizim için birleştirdi.
Uzun masaya hepimiz oturduk. Biraz sonra adam geldi "Siparişleri alayım." dedi. Olanları ve olacakları sadece izliyordum. Aleyna söze girdi "Biz menü bekliyorduk." dedi usul usul bakarak. Adam bir kahkaha attı "Burada fix menü var küçük hanım. Sadece et. Kuzu Eti." dedi ve kahkaha attıkça havaya kalkan göbeği ile birlikte masadan uzaklaştı.
Yaklaşık yarım saat sonra masa da bir sürü et vardı. Hem de sipariş etmemiş olmamıza rağmen. Aç kalmamak için mecbur yedik. Ve aşırı lezzetliydi. Hayatım boyunca böyle bir şey yediğimi hatırlamıyordum. Aramızda Eti yemeyen bir tek Eylül hanım vardı ve Çınar ciddi manada yemesi için ısrar ediyordu. Moralim o kadar bozuluyordu ki bu duruma. O an sanki et bir taş oldu ve boğazıma yapışmıştı. Hep orada kalacakmış gibi hissediyordum. Yutkundum. Bir daha yutkundum. Geçmedi. Çınar Eylül ile her ilgilendiğinde daha da büyüdü o taş.
Ardından yemeklerimizi yiyip otobüsümüze geri bindik. Yola devam ediyorduk ki Çınar ile Eylül'ün konuşmasına denk geldim. Hayır canım ne dinlemesi. Biraz sesli konuşuyorlar sadece...
"Al bunu senin için yaptırdım mutfakta." Çınar elindeki paketi Eylül'e uzattı fakat ne olduğunu ben göremiyordum. Bu yüzden üzerimi düzeltiyormuş gibi yapıp ayağa kalktım. Çınar'ın Eylül'e uzattığı şey güzel bir sandviç ti. Eylül yalakası tabiki yine o yapmacık gülüşünü sergileyip teşekkür etti.
Allahım bu kabus bitebilir mi? Lütfen...
Bir gecenin ardından Orduya varmıştık. Bu tarz uzun otobüs yolculuklarına alışkın olmadığım için her tarafım tutulmuştu. Özellikle boynum. Tabi Eylül hanım bütün gece Çınar'ın o geniş omuzlarında uyuduğu için bir sıkıntı yoktu onun için.
Ordu'nun güzel bir ormanına doğru yola çıktık. Rehber ihtiyacı duymamıştık nasıl olsa Çınar'ın bildiği bir yerdi burası. Ormana varır varmaz yardımlaşarak çadırları kurmaya başladık. Tabiki bizim çadır da Ben, Aleyna, Güneş ve Ceren kalacaktık. Eylül de bizimle birlikte kalmak için çok uğraşmıştı ama Hale abla yalnız kalamayacağı için onun çadırında kalmak zorundaydı. Ha ha ha.
Çadır kurma işlemi gittiğinde hava kararmak üzereydi. Klasik kamp ateşi yakıldı. Herkes battaniyelerini alıp ateşin etrafında oturdu. Yaklaşık otuz kişiydik. Geniş bir halka oluşturduk. Tam karşımda Çınar ve Eylül yan yana oturuyorlardı yine. Ömer yine Güneşi bırakmamıştı. Ne tuhaftır ki sanki anlaşmış gibi Mücahit de Cerenin yanına oturmuştu. Anlaşılacağı üzere herkes çiftti ben tek.
Sohbet muhabbet devam ederken Çınar eline gitarı aldı. Ve başladı söylemeye...
Gidecek yerim mi var?
Diyecek sözüm mü var?
Bunu eller anlamaz.
Sana ihtiyacım var...Aklıma benim için söylediği Kır Papatyası şarkısı gelmişti. Yani tam olarak benim için söylemese de söylerken gözlerimin içine bakmıştı o zaman.
Çınar şarkısını söylerken çok kısa bir an göz göze geldik. Ya da ben öyle düşünmek istedim bilmiyorum. Sonra o soğuk hava da içimi ısıtan ses birden kesiliverdi. Çınar birden söylemeyi bırakmıştı.
"Çok güzel gidiyordun Çınar neden durdun?" dedi Hale abla.
"Ya Hale abla hüzünlenmeye ne gerek var? Neşelenelim diye geldik." dedi ve Erik dalını çalmaya başladı. Ben ve Eylül hariç herkes ayağa kalkıp oynamaya başladı.
Eğlenceli bir gecenin ardından herkes uyumak üzere çadırlarına dağıldı. Dağılmadan önce Vural hoca belki de bin defa tembih etti "Gece tuvalet ihtiyacı olan mutlaka beni uyandıracak." diye.
Velhasıl herkes uyumuştu. Benim gözüme uyku girer mi? Asla. Hava almak için çadırdan çıkıp henüz közü duran ateşin yanına gidip oturdum. Kış olmasına rağmen yıldızlar çok güzel parlıyordu gök yüzünde. Ben yıldızlara bakarken yanıma birinin geldiğini fark ettim.
"Oturayım mı?" dedi Çınar.
Hafifçe gülümseyip "Mekan senin." dedim. O da güldü ve oturdu yanıma.
Abartmıyorum tam beş dakika hiç konuşmadık. Ardından sessizliği bozan o oldu.
"Eylül nasıl bir kız?"
Bu soruyu beklemiyordum doğrusu.
"Ben şahsi olarak kendisini sevmiyorum. Ama belki tanırsan seversin bilmiyorum."
"Çok benziyor." dedi bir anda yüzüme bakarak.
"Kime?"
"Deniz'e"
"Deniz kim?"
"Ölen sevgilim."
•••
HEY! Nasılsınız canlarım? Elimden geldiğince hızlı yazmak istiyorum bölümler kısa ve sık gelebilir. Uzun da gelebilir bilemiyorum 😂 Sizi seviyorum. Umarım beğenmişsinizdir.