Sabah olduğunda, Ceren çocukların odasından gelmiş bizi uyandırmaya yeltenmişti. Zaten hiç birimiz ağır bir uykuya dalamadığımız için uyanmamız da zor olmamıştı. Çocukları merak ediyordum doğrusu. Kolay kolay uyanacak gibi değillerdi.
"Çocuklar ne durumda?" diye sordum merakla. Tabi aynı merak Aleyna ve Güneşin gözlerinden de okunuyordu.
"Hala uyuyorlar. On beş dakika kadar uğraştım ama uyanmadılar." dedi. "Umarım derse kadar uyanırlar. Artık sabah olduğu için odalarına da giremeyiz."
Haklıydı. Odalarına biz asla giremezdik. Ama sadece biz giremezdik. Başka biri girebilirdi.
"Odaya biz giremeyiz dimi." dedim tek kaşım havada "Ama sadece biz." muzip gülüşümü sergiliyordum.
Dördümüz birden "Hale abla." deyiverdik. Sanki kafalarımızın yanında bir ampul yandı o an.
"Tamam o zaman ben bir koşu revire gideyim." dedim. Kızların cevap vermesini beklemeden koşmaya başladım. Belki de hepsi ben gideyim diyecekti. Olsundu işimiz hallolsun yeter.
Nefes nefese revire girdiğimde, elinde yine gelinlik kataloğu olan Hale abla korkuyla yerinden fırladı. "Dilan bişey mi oldu?" dedi telaşla.
Olanı biteni başından sonuna, hızlı bir şekilde anlattım. Olay zaten karmaşıktı. Ben de hızlı anlatınca Hale ablanın iyice kafası karışmıştı. Yine de çocukların odasına gidip onları uyandırma konusunda bize yardım edecekti. Ben de daha sonra olanları daha sakin bir biçimde anlatacaktım.
"Hadi abla ders başlamadan uyandır." dedim.
"Tamam canım."
Geldiğim gibi hızla odaya tekrar çıktım. Kızlar da kahvaltıya inmek için hazırlanıyorlardı. Ceren suratını ekşiterek "Çok yorgunum. Hiç te iştahım yok." dedi.
Güneş de ellerini beline koyup "Yok ya! Bide o eşşekler yüzünden yemeden içmeden mi kesileceksin?" dedi. Vallahi çok haklıydı.
"Ne içtilerse artık!" diye ekledi.Hepimiz hazır olduktan sonra muhteşem merdivenlerimizi kullanarak, yemekhaneye indik. Gözüme ilk çarpan, bizden rahatsız olan o üç çocuktu. Açıkçası bizim çocuklar olmadan kendimi biraz savunmasız hissetmiştim. Nedendir bilmiyorum Çınarın olması bana güç veriyordu.
Bize, gözlerinden kırmızı lazer ışını fırlatan çocukları aldırmıyor-muş gibi yapıp masamıza oturduk. Güneş hızlıca kahvaltısını yapmaya koyulmuştu bile. Hayret ediyordum doğrusu bu nasıl bir iştahtır.
Ben de tam çatalıma doğru elimi uzatmışken, metal sesi kulaklarımızı doldurmuştu. Çatalım, başka birinin müdahalesi ile yere düşmüştü. Çatalımı düşüren kişi o üç çocuktan biriydi. Hiç oralı olmadan yürümeye devam etmişti bir de. Sessiz kalsam kendime yediremezdim, kalmasam da burda bize sinir olan bir sürü erkek vardı. Kendimi koruyamamaktan korktum. Ezik!
"Dikkatli olsana biraz!" Bu kelimeler benden isteksizce çıkmıştı. Nasıl oldu bilmiyorum.
"Ne dedin sen?" dedi dişlerini sıkarak. Vücudu değil sadece kafasıyla bana dönmüştü. Aramızda da iki veya üç adım vardı.
"Dikkatli olmanı söyledim." dedim. Yerdeki çatalı gözlerimle işaret ederek, "Çatalım senin yüzünden düştü de." diye ekledim. Bunun üzerine çocuk, tekrar kendi önüne dönüp , "Benim problemim değil." dedi ve hızla masasına doğru ilerledi. Bu hareket fena halde sinirimi bozmaya yetmişti. Zaten dün gece yaşananlar sinirlerimizi oldukça germişti. Ne diye her şey üst üste gelir ki zaten.
Bunların üzerine tekrar yemek sırasının olduğu kısıma gidip kendime yeni ve temiz bir çatal aldım. Eskisini de bulaşık kovasına bıraktım. Kendi kendime söylenerek masama doğru yol aldım tıpış tıpış. Kendime inanamıyordum doğrusu! Nasıl olur da o çocuğa haddini bildirmezdim. Nasıl olurda yanına kar kalırdı bu kabalığı. Bu okulda, Çınar ve çocuklar olmasaydı biz kendi kendimizi kollayamayacak mıydık yani? Bu düşünce kendime bir kere daha sinirlenmeme sebep oldu. Tamam Dilan kendine gel!