Dip

494 90 28
                                    

"Diptekiler bir daha düşmez, çünkü yeraltının hükümdarları onlardır."

Bölüm 13| Dip

                                   

Dörtyüz on ikinci gün... Dün, bügünden uzak bugün yarından habersiz. Bir başlangıç yoktu ya da başlangıç belirsizdi; dört duvar arasına sıkışmış ufak bedenlerin arasındaki dört yüz on ikinci günü. Sanki evren bambaşka bir sisteme kurban olmuştu, sanki mavi küre her turlayışında bir önceki turu tamamiyle geride bırakıyordu, sanki her dönüş yeni bir tekrardı.

Milyonlarca karakterin var olduğu bu dünya bozuk bir oyunu anımsatıyordu ya da sürekli güncellenen bir sürüm. Mâsum doğan mâsum bitiremiyordu, kirli bi anda temizleniyordu, dün fesat olanlar bugün haklıydı. Dün yok olanlar ise bugün vardı. Tanrı'nın karakterleri kendilerine verilen bu kürede kendi sistemlerini kurmuştu, belirlenen kurallar çoktan aşıldı, düzen yeniden kuruldu ve roller dağıtıldı. Şimdi kocaman bir sahne ve dev bir oyuncu kadrosu vardı oyun başlamıştı ve sonu belliydi, sonu büyük bir kaostu.

"Dörtyüz on iki..." sesi incecik ve cılızdı ama ilk günkü gibi ürkek değildi. Gözlerini yumup dudaklarını birbirine bastırdı artık on altı yaşındaydı. Bi an geriye dönüp baktığında tamamiyle hiçkimsesi olmadığına ikna olmuştu, bu hayatta ondan bir parça yoktu artık, tek başınaydı. Yine de Enes'in birgün gelip ona sahip çıkacağını umuyordu, onun asla gelmeyeceğini iyi biliyordu aslında ama içinde ufakta olsa bir umut taşıyordu.

"Azra, Reis seni soruyordu." göz kapaklarını aralayıp sesin geldiği yöne bakındı, sarı saçlı bir kız ona doğru hafifçe eğilmişti. "Başın fena belada." deyip doğruldu ardından ona ara ara bakınarak uzaklaştığında Azra olduğu yerde sabitti. Sinirleri ilk günkü kadar duyarlı değildi, ona dehşet veren hisleri şimdi duyarsızdı. Ya acıyı hissetmiyordu ya da alışmıştı, beyni o zehri kaydetmişti belkide. Hiçbir tepki vermedi, boş boş önüne bakıyordu, biraz sonra başına gelecekleri tahmin ediyordu ama umudu olmayan bir çocuktu o, ne zaman öleceğini bile tahmin eder olmuştu.

Yarım dakika sonra gürültüyle açılan metal kapıya kaydı gözleri, kalbi bi anda deli gibi çarpmaya başladı ama yüzünde mimik oynamadı, çünkü çığlık atsa bile ona yardım edecek hiçkimse yoktu. Reis sertçe açılan kapının önünde bekledi bir süre, alev saçan gözleri içeriyi süzüyordu, gözleri Azra'nın gözlerine takıldığında başını sadece sağa doğru büktü. Üzerindeki siyah tişörtünün rengi kaçmış kot pantolonunun ise dizleri paramparçaydı, kollarındaki kesik izleri çok fazlaydı. Darmadağın olan saçlarını eliyle geriye atıp ona yaklaştı, Azra ayakta cılız bedeniyle ona bakıyordu.

Karşısına dikildi. Falçata gibi gülmüyordu, yüzü buz gibiydi. "Beni sen mi gammazladın?" dediğinde gözlerinde daha önce hiç rastlamadığı bir duygu hakimdi ama korkunç olan şey bu değildi, korkunç olan şey göz bebeklerinin hızla sağa sola hareket ediyor olmasıydı. Reis beyaz satıcılığından buraya düşmüş bir kızdı, bunu yeni öğrenmişti. Ona doğru bir adım atıldı.

"Bunu neden yaptın Azra?" gözlerine işleyen o buz gibi ifade Azra'da suçluluk duygusu yaratmıştı. Tenine batan sivri şeyi hissettiğinde dişlerini sıktı. Reis, "Hımm?" diye üstelediğinde başını hızla iki yana salladı, derin derin nefes alıyordu ancak tenindeki acı katlanıyordu. "Senin yüzünden hücre cezası aldım biliyor musun Azra?" derisini parçlayan kuvvetli acı ile kasıldı, diğer çocuklar yine ranzalara dizilmiş ilgiyle o ikisin bakıyordu ve yüzlerinde iştahlı bir parıltı, kavga istiyorlardı. "Biliyor musun dedim?"

KAYBEDENLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin