Gecenin karanlığını silmek için güneş çoktan mesaisine başlamış, Ankara'nın üzerine doğuyordu. Doğarken oluşturduğu o muazzam kızıllık insanı rahatlatıyor, bu görüntünün bitmemesini istiyordu insan. Sanki en güzel tabloya bakıyormuşum gibi hissederken o kızıl, turuncu ışın demetleri gökyüzünü ele geçiriyordu. Tüm bu ihtişamın, huzurun arkasında ise içimin sıkıntısı hemen varlığını gösterip, düşüncelerimin içine sızmaya başlamıştı. Biraz önce daha yeni uykudan uyanmış ve tüm bu güzelliği seyrederken ne kadar da huzurluydum. Hiçbir düşüncenin varlık göstermediği o dakikalar şimdi çok uzaktaydı. Oysa daha üzerinden birkaç dakika bile geçmemişti. Sıkıntıyla bir nefes bırakırken, nefesim cam da küçücük bir iz bıraktı. Ellerimle izi silerken zihnimin içindekileri de bu şekilde yok etmeyi istedim. Ama günlerdir yer eden o düşünceler pekte bir yere gidecek gibi durmuyorlardı. En azından o gün mülakatta yaptıklarımı unutana kadar benimleydiler.
O an ne düşünmüştüm ki hiçbir şeyle ilgilenmeyen ruhsuz adamın gözlerini merak etmiştim. Onun siyah gözlerini görünce nasıl da kendimden hiç beklenmeyecek o cevapları vermiştim. Tüm bunlara bir cevap bulamazken içimde bir yer o siyah gözlü adamı tekrardan görmek istiyordu. İşte bir yandan mülakatı batırdığım için kendime kızarken diğer yandan da bu anlamsız sesle baş etmeye çalışıyordum.
Bir hafta sonra kirayı yatırma günüm geldiğinde de acaba tek düşündüğüm şey onun o gözleri olacak mıydı? Hayır, pek sanmıyorum. O zaman büyük ihtimalle elimde birkaç valiz ile İzmir yolunu tutmuş olduğum için içimdeki yenilmişlik duygusuyla savaşıyor olacaktım. Elimi öfkeyle saçlarımdan geçirdiğimde güneş çoktan doğmuş ve Ankara sokaklarında hareketlilik başlamıştı.
Birkaç saniye daha camın önünde bekledikten sonra pencereden uzaklaşıp dolabımdan siyah eşofman altımı, beyaz sporcu atletimi ve gri eşofman üstümü çıkartıp acele etmeden giyindim. Su matarama suyumu da doldurduktan sonra hazırdım. Siyah spor ayakkabılarımı da giyip yaklaşık 10 gündür yapmaya başladığım sabah yürüyüşüm için evden çıktım.
Yaşadığım bu eski mahalleyi geride bırakıp anayola yakın olan büyük parka geldiğim de her zaman oturduğum bankın boş olmasıyla oraya gittim. Sanki orası benimmiş gibi geldiğim saatlerde boş oluyordu. Ve benim hayattaki şansım galiba sadece bir bankı boş bulmak kadardı. Burada oturup dinlenmeyi, insanları gözlemlemeyi seviyordum. Artık meslek hastalığımı dersiniz ya da başka bir şey mi bilmiyorum ama insanları incelemeyi, onların yüz ifadelerinden duygu durumlarını çıkartmayı seviyordum.
Kısa bir süredir buraya geliyordum ama yine de buranın müdavimi olan insanları görmeye alışmıştım. Buraya oturur oturmaz gözlerim direk onları arıyordu. Mesela yirmili yaşlarındaki şu çelimsiz çocuk her sabah Golden Retriever cinsi köpeğiyle gelip önce biraz yürüyüş yapıp sonrada çimlerde oyun oynuyorlardı. Şimdi de olduğu gibi. Yine ellilerindeki iki tane teyze önce tempolu bir yürüyüş ardından spor aletlerinde birkaç hareket yapıp evlerine dönüyordu. Ah birde uzaktan bile huysuzluğu belli olan sert mizaçlı bir amca vardı ki onu parka sürekli gelip de tanımayan kimse yoktu. Sürekli doktorundan, gelininden, oğlundan şikayet edip duruyordu. Onun bu halleri ise beni oldukça gülümsetiyordu.
Bakışlarım birer ikişer insanların üzerinde dolanırken dikkatimi çeken bir şey oldu. Parkın ortasında pembe çizgili pijamalarıyla 17- 18 yaşlarındaki genç bir kız duruyordu. Oldukça gergin olduğu belli olan, etrafına endişeli bakışlar atan bu kızın seyircisi ise giderek artmaya başlamıştı. İnsanlar genç kıza baktıkça o daha da tedirgin oluyor, ellerini ensesine çıkartıyor, etrafında dönüyor, ellerini sıkıyordu. Normal bir durum olmadığı belliydi. Gerçi normallik dediğim şey neydi ki ben burada kıza bu etiketi yapıştırıyordum. Kurduğum cümlenin doğru olmadığını düşünürken genç kızla kısa bir an göze göze geldik. Gözlerinde gördüğüm korku beni etkisi altına alırken çoktan oturduğum yerden kalkmıştım. Bu sırada kızın bakışları etraftaki insanların üzerinde gezinmekten vazgeçip kendisine doğru gelen siyah kapüşonlusunu başına geçirmiş 30'larının başında bir adama sabitlenmişti. Benim bakışlarım adamın üzerindeyken etrafı keskin bir çığlık bıçak gibi kesti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYDINLIĞA HİCRET
Spiritual-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer maşuk yanmazsa, aşık yanamaz. Eğer maşuk, bir mum gibi ateşe düşüp eriyemezse o ateş, pervaneye düşm...