Yatak örtümü başıma kadar çekip karanlığın içinde ne aradığımı bilmeden dolanmaya başladım. Her şeye, herkese karşı yabancıydım. Kendi içimde kendi düşüncelerime yabancıydım. En ücra köşelerimde bir ıssızlık, bir kimsesizlik kol gezerken hüzünden birer sancıydım. Yalnızlığımın ortasında, olmam gereken yerden çok uzaktayım. Hangi yöne gitsem, hangi kapıyı çalsam bir miktar daha kaybolmaktayım. Oysa her gittiğim yön yeni bir umutken, ben çıkmazın içinde hapsolmaktayım. Her yolun sonun da kendimi bulamamaktan yoruldum artık. Ben kimdim? Bu kargaşanın, gürültünün arasında bu kavganın, savaşın ortasında, acının, hüznün koyun da olan kimdi? Acının imza attığı bu ruh benim miydi?
Sorular, sorularım her biri cevapsız kalırken parçalara ayrılmış yapboz gibiydim. Tüm parçalarım etrafa dağılmış, ait olduğu yeri bulamıyordu. O yığının altından nasıl çıkacağımı bilmezken her geçen gün bir yapboz parçası daha ekleniyordu. Korkuyordum. Bu yığının altında kalmaktan, doğruyu bulamamaktan korkuyordum. Ömer'in dediği o doğruyu...
"Ömer"
Dudaklarımdan bu isim acı bir şekilde dökülürken sadece birkaç saat önce yaşadığım şeyler bu şekilde dağılmama sebep olmuştu. Onun sözleri, benim patlamam, Esme teyze ile Nisa'nın öğrenmesi sanki her şey üst üstte geliyordu. Ben nefes alamıyorum dedikçe bir yenisi daha ekleniyordu. Her şeyin, herkesin ortasında sıkışıp kalmıştım. Bu durumdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Ömer'e sıkıca tutunmak isterken bugünkü sözleriyle dalımı kırmıştı. Beni burada yapayalnız bırakmıştı. Ne demişti bana 'düşmekten korkmazsan kalkmayı da bilirsin' ama ben korkuyordum. Burası ıssızdı, burası yılların üzerini kapattığı tozlarla kaplıydı. Benim tek başıma kalkacak gücüm yoktu. Ama bana yardım edecek de kimse yoktu. O an aklıma O (c.c.) geldi. Asıl sevilmesi gereken. Asıl doğru olan. Bu konu benim üzerinden kalkabileceğim gibi değildi. Bu tüm doğrularımı yıkmak demekti.
Sıkıntıyla örtüyü üzerimden atıp oturur hale geldiğim de sırtımı yatağımın başlığına yasladım. Ömer'e beni sevip sevmediğini mi sormuştum gerçekten? Sorarken nasıl da heyecanlanmıştım, nasıl da hayallere dalmıştım. Ama şuanda elimde koca bir hiç ile oturuyordum. Tüm o konuşmamızın veyahut tartışmamızın gerisinde elimde kalan şeyler nelerdi? Nisa ile Esma teyzenin duyması mı? Bu tam bir fiyaskoydu ama bunun dışında Ömer'in sözleri de bana kalan şeylerin arasındaydı. Tabii bu sözlerin arkasındaki gerçekleri kavramak, onları çözmek için epey bir uğraşmam gerecekti. Avazım çıktığı kadar bağırmak, içimdeki bu şeyleri dışarıya atmak istiyordum ama bunun yerine sessizliğim de oturuyordum.
O insanların yüzüne bugünden sonra nasıl bakacaktım ben? Karmaşa biraz geriye çekilince ortaya utanç çıkıyordu. Daha bugün tanıştığım Esma teyze kim bilir neler düşünmüştü hakkım da? Acaba Ömer ile ne konuşmuşlardı? Büyük ihtimalle benim onlara layık biri olmadığımdan bahsetmişti. O sert ve soğuk bakışların ardından Ömer ile güzelce konuşmuş olacak değildi ya? Zehra teyzeye tüm bu olanları söyler miydi? Zehra teyze ne düşünürdü? Sanki derdim, sıkıntım azmış gibi bir de bu cevapsız sorular çıkmıştı. Gerçekten kalbim, neden Ömer? O kadar insan varken niye Ömer?
Düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum. Yatağımdan kalkıp boş evde bir tur attım. Kendimi oyalayacak bir şeyler yapmak için mutfağa geçtiğim de belki de akşam yemeği için bir şeyler hazırlamalıydım. Kaan'ın annesi, Nuray teyzenin verdiği tarhana şişesini çıkartıp çorba yapma işlemine koyuldum. İşin aslı tam olarak nasıl yapıldığını bilmiyordum. Tarhanayı verirken yapılışını da tarif etmişti ama ben aklımda kalan kısmıyla ortaya bir şeyler çıkartacaktım. Tadının nasıl olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Zaten bunu da şuanda pek önemsemiyordum. Sadece zihnimi biraz dağıtmama yardımcı olsa yeterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYDINLIĞA HİCRET
Espiritual-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer maşuk yanmazsa, aşık yanamaz. Eğer maşuk, bir mum gibi ateşe düşüp eriyemezse o ateş, pervaneye düşm...