Kadrajı başa sarmış, bu filmi tekrardan oynatıyordum zihnimde. Yaşadığım o duyguları en küçük zerresine kadar tekrardan hissediyordum benliğimde. Acıyı, kırgınlığı, umudu, sevgiyi, üzüntüyü, mutluluğu, hayal kırıklığını ve hepsinden öte Aşk'ı...
Beni bu hallere koyan, darmaduman eden, hayallerimdeki tek gerçeğim olan, masal diyarlarından kopmuş gelen bu duyguyu baştan aşağıya her milim de ta kalbimin derinliklerinde zihnimin karanlık, çıkmaz sokaklarında hissediyordum. Bu tek hecelik kelime sanki diğer bütün duyguları içine alıyor, harmanlıyor ve önüme Aşk diye sunuluyordu.
Onun gözleri, yüzü, konuşması, az rastladığım gülümsemesi, soğuk sert bakışları hepsi bana Aşk'ı çağrıştırıyordu. Birkaç ay öncesinde bu duygunun varlığından bile haberim yokken şimdi bu duygu beni yakıp kül ediyordu. Ve bunlar yetmezmiş gibi bir de beni sıkan, hiç umulmadık bir anda nedensizce umutsuzluğa kapılmama neden olan o his vardı. Adını bile koyamadığım, tam tarif edemediğim o boşluk... O yok saydığım görmezden geldiğim anların intikamını almak istercesine beni içine hapseden, bunaltan o duygu...
Ve bu duygu ilk defa kıldığım o namazın ardından ettiğim o birkaç cümlelik istekte kendini biraz da olsa umuda bıraktı. Birkaç dakikalık kendimi rahatlamış hissettim.
''Allah'ım bana yardım et''
İstemsizce dökülmüştü bu sözcükler dudaklarımdan. Sanki kalbim kapının açılması için sihirli sözleri sarf ediyormuş gibi hızlanmıştı. Sanki dudaklarım bu sözcüklerle buluştuğu için kıvrılmıştı yukarıya doğru. İçimde bir çiçek tomurcuğa binmişti. İçimdeki o karanlık soğuk ve sert geçen kış mevsimi sanki birazda olsa durulmuş bahara hazırlanmak ister gibi bekliyordu.
Kapalı olan gözlerimi açtığım da odaya gün ışığı vuruyordu. En son odaya gelip, sırtımı yatağa verdiğim de kızlar sabah namazlarını kılıp tekrardan yatmışlardı. Ve etrafa hala karanlık hakimdi.
Aslı'nın düzenli alıp verdiği nefes seslerini duyarken bu sırada içeriden gelen tıkırtılarla uyuşmuş bedenimi yerden kaldırıp sarsak adımlarla odadan çıktım.
''Büşra dur telefonu unuttum.'' diyen Beyza giymiş olduğu ayakkabılarını tekrardan çıkartıyordu ki beni görünce durup ''Uyandırdık mı?'' dedi.
''Hayır da siz nereye gidiyorsunuz bu saatte?'' deyip Beyza ile Büşra'ya bakmaya devam ediyordum. Beyza açıklamasını yaparken dikkat ettiğim ilk şey Büşra'nın kızarık gözleriydi.
''Şirketten aradılar. Bazı dosyalar vardı bulamıyorlarmış. Onun için gidiyorum.'' deyip telefonunu içeriden alacağını da ekleyip salona girdi.
Büşra ile tek başımıza kaldığımızda bakışlarını olabildiğince benden kaçırmaya çalışıyordu.
''Büşra sen niye gidiyorsun?'' diye sorduğumda kızarık gözlerini bana dikip sessizce ''Halletmem gereken işlerim var.'' dedi. Gözlerindeki hüznü görüyordum. Onun bu hali ister istemez kendimi suçlu hissettiriyordu.
''İyi misin?'' diye sorduğum da bakışlarını kaçırıp ''Evet'' diye yanıtlamıştı. Belki de bir şeyler söylemeliydim. İkimize de iyi gelecek bir şeyler ama ne söylemem gerektiğini bilemiyordum. Ne söylersem iyi gelir, bilemiyordum.
Bu sırada Beyza'nın tekrardan yanımıza gelmesi beni büyük bir yükten kurtarmış gibi rahatlamıştım.
''Zeynep, her şey için çok teşekkür ederiz tekrardan.'' deyip beni kucakladığında bende onu kucaklamıştım. Benden ayrılıp ayakkabılarını giyerken ''Nisa'ya söylersin neden gittiğimizi'' derken onu onaylamıştım. Ve biraz sonrada gitmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYDINLIĞA HİCRET
Spiritual-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer maşuk yanmazsa, aşık yanamaz. Eğer maşuk, bir mum gibi ateşe düşüp eriyemezse o ateş, pervaneye düşm...