Artık tükenmiştim. Artık nefes alamıyordum. Neden her şey üstüme geliyordu? Neden ben kalkmak için yeltendiğimde bir darbe daha alıyordum? Ben çok güçlü biri değildim. Tez kırılır, çabuk parçalanırdım. Gücümün son demlerini kullanıyordum. Bu karanlık yerden çıkamıyordum. Ne kadar çabalarsam çabalayım olmuyordu. Tüm çıkışlar yine kapalıymış gibi hissediyordum. Artık bir çıkış istiyordum. Yoksa bu karanlık üzerime sinecek ve bir daha da hiç çıkmayacaktı. Birinin yardımını bekliyordum ama bu kişi kimdi bilmiyordum. Kimse gelsindi artık. Gelsindi ve beni çekip çıkartsındı. İçimdeki bu ateşi, bu boşluğu birinin yardımı ile yön göstermesi ile dindirecektim.
Gözümdeki yaşlar sanki içimdeki yıkımın somut gösterimi gibi hiç dinmiyordu. Artık ağlamak istemiyordum. Artık acı çekmek istemiyordum. Ama bir türlü dinlemiyordu bu serseri gözyaşlarım.
Oturduğum yerden zorda olsa ayağa kalkıp, puslu bakışlarla kendimi banyoya attım. Aynaya hiç bakmadan yüzüme avuç dolusu soğuk suları çarptım. Belki onlar bir nebzede olsa söndürürdü içimdeki bu ateşi. Ağlamam kesildiğin de musluğu kapatıp ve yine aynaya bakmadan çıktım. Görmek istemiyordum gözlerimdeki o acıyı. Görmek istemiyordum yıkık dökük harabeye benzeyen yüzümü. Görmek istemiyordum o harabede bir köşeye sinmiş tek başına ağlayan kızı.
Mutfağa geçip bir bardak su içmiştim. Bu sırada tekrardan çalan kapı zilini dinledim. Büyük ihtimalle bu sefer gelen Ömer'di.
Bir yanım kapıyı hemen açıp, ona sığınmak istiyordu. Yüzünün çizgilerine sığınmak, bana bakmayan siyahlarına bakmak için fırsat kollamak ama hepsinden önce onun varlığını hissedip güvenle dolmak istiyordu. Diğer yanım ise beni bu şekilde görsün istemiyordu. Fakat biliyordum ki o kapıyı zaten açacaktım. Ömer bana gelmişken ben onu nasıl kabul etmezdim. Bu yıkık harabemde onun için özel bir köşem vardı. O kapımı çalar da ben açmaz mıydım?
Kapının önüne geldiğim de bu sefer dürbünden bakmış, karşımda Ömer'i görünce de hiç beklemeden açmıştım kapıyı.
İstemsizce haykırmıştım ismini ''Ömer!''
Öyle bir dökülmüştü ismi dudaklarımdan tek kurtuluşum oymuş gibi umutla, heyecanla...
Bunun üzerine Ömer şaşkınca kafasını kaldırıp bana baktığında yüzünde bir kargaşa meydana geldi. Daha ben kargaşadaki duyguların isimlerini koyamadan başını tekrar eğmişti.
'' Zeynep ne oldu?''
Sesindeki şaşkınlığı ve merakı hissedebiliyordum. Galiba gözlerim çok da iç açıcı bir durumda değildi ki Ömer bile bu denli şaşırmıştı. Önce Ömer'e her şeyi anlatmayı düşünmüştüm ama sonra Kaan'ın yaralarla dolu yüzü aklıma gelince tekrardan bir şey olmasından korkup ''Bir şey yok'' dedim ağlamaktan kısılmış sesimle.
''Bir şey yokmuş gibi durmuyor ama''
''Yalan mı söyleyeceğim. Yok bir şey işte'' diye gereksizce çıkıştığımda sadece her zaman ki gibi sessizce durmasını istiyordum. Soru sormadan, yüzüme bakmadan sadece dursa ve ben de onun varlığı ile rahatlasam olmaz mıydı? Neden kurcalıyordu sanki?
''Zeynep, oradan bakılınca aptala mı benziyorum?'' dediğin de hiçbir cevap verememiştim. '' Bana ne olduğunu söyleyecek misin?'' diye binanın için de sesini fazlasıyla yükselttiği sırada yukarıdan bir çift iki çocuklarıyla aşağıya iniyordu. Ömer'in bağırmasından dolayı kadın çocuklarını kendine çekip adeta koruma altına almıştı. Yanımızdan çabucak geçip giderken Ömer hala sakinleşmemişti.
''Zeynep, hiçbir zaman çok sabırlı bir adam olmadım. O yüzden neden ağladığını söyle bana hadi'' sesini sakin çıkarmaya çalışmıştı ama çok da becerebildiğini söyleyemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYDINLIĞA HİCRET
Spiritual-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer maşuk yanmazsa, aşık yanamaz. Eğer maşuk, bir mum gibi ateşe düşüp eriyemezse o ateş, pervaneye düşm...