Eğer o pervane asıl doğruyu, asıl sevilmesi gerekeni bulursa, Şem yanmak için, yakmak için, ebedi olmak için pervanesini bekleyecek.
Adamın sözlerinden sonra etrafı derin bir sessizlik kaplamıştı. Bu bir tiyatro oyununun en can alıcı sahnesi gibiydi. Bu sahnenin ardından her şey baştan yazılacak gibi bir his baş gösterirken, bu benim umudum mu olacaktı, yoksa ebedi karanlığım mı? Bu iki düşüncenin tam ortasındaydım. Hangi tarafa doğru ilerleyeceğim Ömer'in sözlerine yüklediğim anlama bağlıydı. Ama o sözlere bir anlam yükleyemeyecek kadar zihnim karışmış, doğrum yanlışım birbirine girip, beni bir okyanusun dibine itiyordu. Bu derinlikten yüzeye nasıl çıkacağımı, tekrardan nasıl nefes alacağımı bilmiyordum. Bu yüzdendir ki Ömer'in sözlerini anlamlandıramıyordum. Bu sözlerdeki asıl gerçeği kavramakta güçlük çekiyordum.
Karşımda sessizce duran bu adam asıl sevilmesi gerekeni bulmam gerektiğini söylüyordu? Asıl sevilmesi gereken... Bu söz beni haftalar öncesine Ömer ile yaptığımız o konuşmaya götürmüştü. O gün bana asıl sevilmeye layık olanın Rabbimiz olduğunu söylemişti. Yani pervane olabilmek için önce O'nu (c.c.) mu bilmeli, O'nu mu sevmeliydim?
Peki ya sonrasında söylediği neydi? Asıl doğruyu bulursam Şem'in beni beklediydi. Bu şem, o muydu? Pervanesini bekleyecek olan, beni bekleyecek olan Ömer miydi? Beklemek... Beklemek zor işti. Beklemek sabır isterdi, emek isterdi. Herkesin altından kalkabileceği bir şey değildi. Hem beklenenin gelip gelmeyeceğinin bile bir kesinliği yokken beklemek, bu meşakkatli yola ancak aşık bir insan girebilirdi. Kalbim sıkışmaya başlarken o cümle yankılandı dört bir yanım da.
Ömer bana aşık mıydı? Ömer de beni seviyor muydu?
Bu adamın beni seviyor olduğunu düşünmek... O kadar gerçek üstü geliyordu ki, kendimi açıklayacak bir kelime bulamıyordum. Zihnimdeki hiçbir sözcük bunu karşılayamıyor, hislerimi, düşüncelerimi dışa vuramıyordu. Aslın da dünyada ki hiçbir kelime bu adamın bende uyandırdığı hissi açıklamaya yetmezdi.
Avuç içlerim terliyor, kalbim ritmik bir şekilde hızlıca atarken, nefeslerim tekliyordu. Kalbim adamın sözlerinden kendi payını almışçasına seviniyordu. Bu bir bedevinin uzun süre sonra suya kavuşması gibiydi? Ama ya gördüğüm o şey su değil de bir serapsa? Ya sadece görmek istediğim bir hayalden ibaretse. Eğer bu hayalin peşine takılıp gidersem sonun da koca bir enkazın altında yapayalnız kalırdım. Gerçi zaten bir yıkının ortasında öylece bekliyordum. Düşüncelerimin dağılmasına izin vermeden bu konuyu halletmeliydim.
''Ömer beni seviyor musun?''
Dudaklarımdan dökülen bu sözlerin benden çıktığının bile birkaç saniye sonra farkına varabildim. Bu adama böyle bir soruyu sorabilecek kadar cesaretli miydim? Daha doğrusu adamın cevabını duyabilecek kadar.
Ömer'in kaşları sorumla çatılırken yüzündeki şaşkınlığı da görebiliyordum. Ama bugün duracak gibi değildim. Daha o soruyu hazmedemeden ben bir yenisiyle karşısına dikildim.
"Beni bekleyecek olan o Şem, sen misin?"
Bedenim, ruhum, her bir hücrem bir olmuş Ömer'in dudaklarından dökülecek cümleleri bekliyordu. O ise elini ensesine çıkarıp çatılı kaşlarını biraz daha çattıktan sonra görünüşüne zıt düşecek bir sakinlikle cevapladı.
"Yeteri kadar açık konuştum."
Açık mı konuşmuştu? Onun lügatinde açık konuşmak eğer buysa ben kesinlikle bir aptal konumuna düşüyordum.
"Ama ben anlamadım Ömer."
Onun bu tavrı ve sakinliği beni sinir ettiğinden sesim yüksek çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYDINLIĞA HİCRET
Spiritual-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer maşuk yanmazsa, aşık yanamaz. Eğer maşuk, bir mum gibi ateşe düşüp eriyemezse o ateş, pervaneye düşm...