İki gün önce o parktan geldiğim andan beri düşünüyordum. O kız çocuğunun bana gösterdiği o karanlığın içindeki ışığı bulacaktım. Bunu nasıl yapacağımı henüz tam olarak bilmesem de artık bir amacım vardı. Kendimi önceki kadar umutsuz ve çaresiz görmüyordum. Bir çıkış yolu bulacaktım. İşte iki gündür bu çıkış yolunu nasıl bulacağımı düşünüp durdum. Ve sonunda geldiğim nokta, buradan en sevgiliyi bularak çıkmak oldu. Dediğim gibi bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bunu yapabilir miydim, yaparken tekrar kaç yara alacağımdan habersizdim. Belki yine o amansız hüzün çöreklenecekti, yine kendimi yapayalnız hissedecektim, düştüğüm bu yerden kalkamaya korkacak, yönümü, yolumu yine kaybedecektim ama pes etmeyecektim. Eğer tüm bunları bir kez daha yaşarsam bu sefer kendime hatırlatacağım bir şey vardı. Ve tüm bunları yapabilmek adına bazı kararlar vermem gerekiyordu. Uygulamamın, yapmamın oldukça zor olduğu kararlar.
"Abla?"
Kapının ardından Yiğit'in sesi gelirken ayna da kendime son kez baktım. Üzerimde yazlık beyaz yarım kollu elbisem ve hafif makyajımla güzel duruyordum. Aynadaki yansımama gülüp kapıyı açtığım da Yiğit, üzerinde pembe çiçekli mutfak önlüğüyle oldukça komik gözüküyordu. Bu yüzden dudaklarımdan bir kahkaha yer edinirken bana bakıp "Gülebiliyormuşsun?" dedi.
İki gündür evde düşüncelerimle boğuştuğum için oldukça suratsız bir halde dolanıyordum. Tabii bu suratsızlığımdan o da payını aldığından bugün bu gülen halime anlam veremiyordu.
"Tabii ki de gülebiliyorum."
"Daha çok bitkisel hayata girmiş gibiydin de ondan."
Hiçbir fırsatı kaçırmadan mütemadiyen laf sokmayı çok seviyordu. Ama bugün yatağımdan mutlu ve umutlu uyanmıştım. O yüzden keyfimin kaçmasına şimdilik müsaade etmeyerek yüzümdeki gülümsemeyle cevapladım.
"Sen bana laf yetiştireceğine çiçekli önlüğünü düzelt önce."
Çiçekli önlüğüne bakıp düzelttikten sonra "Sen benimle dalga mı geçiyorsun abla?" diye sordu. Başımı evet anlamında sallarken aynı zamanda da yanından ayrılıp mutfağa geçtim. Yine mükemmel bir kahvaltı sofrası beni karşılarken iki gündür doğru düzgün bir şey yemediğim için bugün midemi güzelce doyurma kararı aldım. Yiğit'te arkamdan gelip "Sen benimle dalga geçiyorsun ama ben olmasam açlıktan ölürsün herhalde." Dediğinde çayı almış bardaklara dolduruyordu. Doldururken de hala söylenmeye devam ediyordu.
"Seninle evlenecek kişiye çok üzülüyorum. Allah kendisine sabır versin."
Buna benzer cümlelerini sıralarken onu duymazlıktan gelip kahvaltımı etmeye çoktan başlamıştım bile. Hazırladığı şeyleri birer ikişer mideme indirirken Yiğit yine susmadan yok yavaş ye, yok arkandan kovalayan mı var, midene oturacak gibi birçok cümle daha sıralayıp resmen annelik görevi yapıyordu. Bazen ben mi onun büyüğüm o mu benim büyüğüm ayırt edemiyordum.
Karşılıklı çay içerken "İşe mi gideceksin?" dedi. Üzerimdeki kıyafetleri göstererek.
''Evet ama ondan önce başka bir yere uğramam gerekiyor.''
''Nereye?''
''Sana ne''
Merakla sorduğu soru da büyük bir hüsrana uğramıştı sevgili kardeşim.
''İyi sen bilirsin. Bende birazdan çıkacağım.''
''Nereye?'' diyerek bir hataya düştüğümü fark ettim. Şimdi verdiğim cevabın aynısını verecekti.
'' Merak etme sana ne demeyeceğim...'' deyip yüzüme bakarken bende yüzümde oluşan o garip ifadeyi silip sanki vereceği cevapla ilgilenmiyormuş gibi çay bardağımı elimde döndürüyordum. ''Can'ın yanına gideceğim.'' dediğin de şimdiye kadar merak etmediği bir şey takılmıştı aklıma.
![](https://img.wattpad.com/cover/65579632-288-k299597.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYDINLIĞA HİCRET
Spiritual-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer maşuk yanmazsa, aşık yanamaz. Eğer maşuk, bir mum gibi ateşe düşüp eriyemezse o ateş, pervaneye düşm...