Yazardan tavsiye: ilk bölümlerdeki sakinliğin sizi kandırmasına izin vermeyin ;) Ben yazarken çok keyif aldım umarım siz de eğlenerek okursunuz. ^.^ (Olumlular kadar olumsuz eleştiriler de benim için değerlidir bu yüzden her türlü soru, görüş, öneri ve fikirlerinizi yazmaktan çekinmeyin lütfen) Keyifli okumalar :)
Şarkı : Chris August - Stranger
Telefonun alarmıyla gözlerimi açtığımda, oda arkadaşlarımı da uyandırmamak için panikle yastığın altındaki telefonu bulup alarmı kapattım. Devlet yurtlarında, "altı kişinin sığdırılabileceği en küçük alan boyutu ne kadar olabilir?" sorusuna dayanan bilimsel çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkmış ve diyetlerin korkulu rüyası "kibrit kutusu büyüklüğünde peynir" ölçüsü baz alınarak tasarlanmış odamızda en ufak ses bile rahatsız edici olabiliyordu çünkü.
Kuşluk vaktinde dersi olan tek oda sakini olarak diğerlerinden bir saat önce uyandığım için de en sessiz olmak bana düşüyordu tabi. Yatakta oturup bacaklarımı aşağı sallandırarak terliklerimi ayağıma geçirdim. Sonraki beş dakikayı yerdeki karoları inceleyip varoluş amacımı da sorgulayarak geçirdikten sonra artık kalkmaya hazırdım.
Yaklaşık yarım saat sonra saç, makyaj, kıyafet işlerimi halletmiş koridordaki boy aynasında kendimi inceliyordum. Klasik Duru Ulusoy tarzımı konuşturmuştum yine. Kırk ayrı yerinden tel tokalarla sabitlenmiş dalgalı, kızıl, atkuyruğu saçlar: tamam. Kahverengi, minik gözlerimi vurgulayan kalem, eyeliner, rimelden oluşan göz makyajı ve en sevdiğim bordo rujum: tamam. Bordo, yumuşak, iki beden büyük sweatshirt, siyah dar pantolon ve botlar: tamam.
Her zamanki gibi çekicilikten uzak rahatına düşkün halimle dersime gitmeye hazırdım işte. Yurdun kapısından çıkınca yüzüme vuran keskin Kasım ayı rüzgarıyla "Amaaan eğitimde bir yere kadar, önemli olan iç huzurumuz bozulmasın!" deyip yatağıma geri dönmemek adına hızlı adımlarla okula doğru yürüdüm.
......................
"Elastisite nedir biriniz tanımlasın bana.. Sen söyle bakalım."
Selim oturduğu yerden soruyu cevaplamak için çabalarken ben de tahtadaki son formülü yazmayı bitirebilmiştim nihayet. Kafamı kaldırıp aldığı cevaptan memnun olmadığı belli olan sevimsiz profesörümüzle göz göze geldiğimde ise öz güvenimle şov yapmak bana yakışmayacağı için hemen bakışlarımı tahtaya çevirdim. Cevabı bilmemekle alakası bile yoktu yani.
"Olmadı çok karıştı. Adın neydi?"
"Selim, hocam."
"Selim, daha sade açıklamalısın. Mesela; "Duvar ne renk? Sarı!". Bu şekilde; basit, herkes tarafından anlaşılan bir cevap..."
Sarı rengine karşı oluşan antipatimin temeli o klasik konuşma da başlamıştı işte! Bu manasız yorumları yeterince sinir bozucu değilmiş gibi kişiliğiyle de insanı rahatsız etmekte üstüne yoktu bu adamın. Öyle burnu havadaydı ki sürekli, kendisi bilim dünyasının önde gelen isimlerinden biri biz de ondan ders alma lütfuna erişmiş zavallı kölelermişiz gibi bir tavır sergilerdi. Kısacası kendisi aldığı nefesi bile ciğerlerini değil egosunu şişirmek için kullanan o uyuz insanlardandı ki tipi de ayrı bir olaydı. Kendinden iki adım önde giden göbeği ve çırpı gibi bacaklarıyla iki adet kürdana batırılmış domatesten farksızdı.
Her zaman olduğu gibi, bıkkınca yanımda oturan kader ortağım Aylin'e döndüm.
"Bitse de gitsek. İçim kıyıldı ya!"
Ona yakınırken bir yandan da çaktırmadan sıranın altından telefonun saatine baktım. Yedi dakika kalmıştı çok şükür! Aylin'e elimle yedi işareti yapıp sırıtınca o da gülümseyip notlarını yazmaya devam etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Külleri ✔
Ficção AdolescenteMizah ve romantizmin, gizem ve macerayla buluştuğu bu hikayede unutulmaması gereken tek bir şey var. Bir gün ışığı asla bir artiste boyun eğmez!?