Soğuk hava küçük burnumu hafiften kızartırken derin bir nefes alıp kazağımın bilek kısmından tutarak biraz daha aşağı doğru çektiğimde ellerimi soğuktan korumaya çalışıyordum. İşten çıkalı bir kaç dakika oluyordu. Boş bir mahalledeki işlek olmayan bir Kafe'ye göre bu gün fazlasıyla yoğun geçmişti. İçimin yorulduğunu biliyorum fakat bedenim artık normal bir yorgunluğu bile algılayamayacak kadar soğuk ve solgun... Kendimi kaybedeli o kadar çok olmuş ki, artık eski beni hatırlamak bir yana kendimle ilgili olan herşeyi ; gri kirli duvarları olan bir mahsene kapattım. Ve onları geriye döndürüp çıkartacak gücüm yada cesaretim yok. "Hey İris!" Ardımda gelen kısık ve soluk soluğa tıkanmış ses ile her an göz kapaklarımı titreyebiliyor, ve ona olan öfkemi kamçılıyordu. Bu kıza katlanmak şöyle dursun , onun her kelimesi üzerim de ağır bir un çuvalı varmış gibi hissettiriyor. Kendini ne sanıyor açaba?
Ayakların yere basan güçlü bir kadın mı? Yok artık! O sadece herşeyi ile koca bir... Aptal!
Adımlarımı durdurup bir anda ardıma döndüm. Bunu beklemiyormuş gibi şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Vovv biraz hızlı oldu." Bir kez daha nefessizlikle soluklandığında kulaklarını dikmiş bir köpeğe benziyordu. Sıkkınlıkla dudaklarımı dişleyip ellerimi ovuşturdum. "Ne var?" Sesim sert , mesafeli ve soğuktu. Soluksuz halinden silkinip omuzlarını yüceltti. Çenesini kaldırırken bilmiş ve aşağılayıcı bakışları yüzümdeydi. Sanki onun bakışları çokta canımı yakabilirmiş gibi yüzüme yüzüme böyle bakması zavallıcaydı. Değersizdi, benim gözümde önemsiz birinin bakışları canımı yakmaz, sadece öfkeleniyordum... "Sana Selçuk Bey'den haber getirdim tatlım." Ah şu mesele! Bazen dünya içinde onu hak etmeyen adamlar ve kadınlar taşır. Üstelik... Onlar bizim gibi sürünen ve acı çeken insanlar değillerdir. Ve ne Sanem ne de Selçuk olacak o ayaş zampara bizim gibi değiller. Sanem her gününü Selçuk'un kucağında çığlık çığlığa inleyerek geçirirken o adi herifin ondan bir farkı yok. Sırf onunla yatıyor diye tüm zor işleri ondan alıp bana yada başkalarına veriyor. Bu mu yani hayatın adaleti. Biz sürünürken sen patronunun kucağında kıvran ve hala yüssüzce konuşmayı bil!
Midesiz! Yada ... Sadece küstah ve yüssüz...
"Söyle." Dedim tek solukta. Söyleyip defolsun istiyorum. Yüzü midemi bulandırıyor ve ona katlanmak gerçekten büyük bir işkence. Kolarını göğsünde kavuşturarak ucuz , kırmızı rujlu dudaklarını büktü. "Yarında bu gün ki gibi gecikeçekse hiç gelmesin diyor. " Yüzümü buruşturarak aramızdaki o çok az olan mesafeyi iyice açtım. İfadesi soğuk ve dik başlığımdan korkutuğunu çırılçıplak ortaya seriyordu. Onlar bu gün suç üstü başmış olmam anlaşılan ikisini de germişti. Hayır bu neyin korkusu hiç anlamıyorum. Kafe'deki herkes ne halt ettiklerini zaten biliyor. Kimse şuursuz yada aptal değil tabi. Görmeseler bile , seslerini duyuyorlar, onlara ait olmayan sorumlukları üstleniyor. Her halükarda bu kadar kıvranması boşuna. Hayvanlar gibiler aslında. Tıpkı onlar gibi sorumsuz ve yaptıklarının sonuçlarını umursamıyorlar. Fakat bir hayvan bile, karşımdaki bu ucuz kadın kadar iğrenç olamazdı.
Solgun bakışlarım yüzünü bulurken gözlerindeki o kibir ve kendini beğenmişlik canımı sıktı. Gözlerimi kısarak dudaklarımdan keskin bir nefes aldım. "Karısı biliyor mu ?" Sesim soğuk havada dalgalandı, dalgalandı ve Sanem'in iri halka küpe taktığı kulaklarını buldu. Gözlerinde gördüğüm titremeyle "Belki de öğrenir!" diyerek devam ettim, maviliklerime ve dudaklarıma bir anda yerleşen soğuk ve duygusuz bir gülüşle. Yüzü kaskatı kesilerek önce beyaza , sonra kırmızıya ve en son mora bulandı. Güzel, korkuyor. Bildiğimi biliyor ve bu onu delicesine korkutmuş , gözlerinde görüyorum. "Sen ne saçmalıyorsun!" Çığlık atarak üzerime yürüdüğünde parmaklarını ekini bereketli bir başak tarlasına benzeyen saçlarıma uzattı. Bileğinden kavrayarak kolunu büktüm. "Sakın." Dediğimde onun aksine sesim hareketsizdi. Yüzü acıyla kasılırken "Lanet sürtük!" Deyirek tısladı boyalı dudaklarının ardından. Aslında dövüşmeyi ve kavga etmeyi hiç bilmem. Tek bilğimdiğim şuan bunu yapabilmiş olmam. Bir anda refleklle olan bir şeydi sadece... "Buradaki tek sürtük sensin!" Dişlerimi sıkarak onun aksine daha katı bir sesle kümrediğimde bedenini yere savurdum. Yalpalasa da düşmedi mendabur suratlı. "Şimdi, o her gün altına yattığın patron Selçuk Bey'e söyle , yarın yine aynı saatte geleceğim. Ve o da sıkıntı olmayacak. Ha diyelim ki oldu. O zaman, işler değişir. İnan bana sevgili karısı ikizi bir'den inim inim inletirken ne senin ne de o yaşlı moruğun bana bir daha dil uzatacak hali kalmaz." Parmaklarımla kazağımı bir kez daha parmak boğumlarıma kadar çektim. Başını hızla sallarken ardıma döndüm ve onu aciz bir korkak gibi geride bıraktım. Ucuz kadın! Bedenini o yaşlı moruğa sırf üç kuruş fazla olsun diye resmen satıyor. Zavallı. Aslında ona acıyorum. Onun temizlenmeye ihtiyacı var. Eğer kişiliğini , içindeki ruhunu biraz olsun bilmiyor olsam ona acıyabilirdim. Zor durumda , mecbur kaldı belki de diye düşünüp ona kibar bile davranabilirdim. Ama biliyorum içini! Bu kirli bedenin içinde nasıl pis bir ruh olduğunu. Ne kadar ucuz ve alçak olduğunu da. Aslında onun sadece kurtulması gerek. Pisliklerinden kurtulması...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE KARANLIĞI
ChickLitMavi gözlerim yeşil gözlerine kenetlendiğinde orada az olsa bir duygu kırıntısı görmeyi umdum ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir duygu barındırmıyordu Orman yeşili gözleri... Cehennemi andırıyordu... Beni yakmaya ant içmiş cehennemi... 19.12.2016 tarihin...