21.BÖLÜM: "BÖCEK VE PİÇ"

3.3K 129 46
                                    

"Ne işin var burada! Sana bir daha gelme demiştim!"
O konuşurken fark ettim de her bir kelimesini dinliyorum. Sesini, mimiklerini ,öfkeyle kısılan gözlerini, kirpiklerinin arasında sıkışıp kalan kahve rengi halkaları; hepsini uzun uzun izlediğimi fark ettim. Onu özlediğim için mi? Gözlerine çok uzun zamandır bakmadığım için mi? Yada bakışları hala beni ezdiği için mi? Hayır... Hiçbiri değil. Özledim tabi. Elimde değil fakat sebep o da değil! Eteğimdeki taşları dökmek istiyorum. Bunu kendime itiraf etmesem de çok uzun zaman bu anı beklediğimi anladım. Onun gözlerinin içine bakıp; beni bir sokak köpeğiyle yağmurun altında tek başıma bıraktın. Sırtını dönüp gittin bana! Umursamadan , senin kanından, canından değilmişim gibi! İşte bunları söylemek istiyordum. Ve neden demeliydim ona. Buna bana nasıl yaptın? Cevap verir miydi acaba yada sözlerimi ağzıma tıkıp, beni yine kovar mıydı?

"Evet, öyle demiştin." Gözlerimi öfkeyle yüzüne sapladım. Bakışlarımız aynıydı. Zaten çocukluğumdan beri bilirim. En çok ona benzediğimi! Bazı noktalarda aynıydık. Sadece o bununla yaşıyordu. Ben kaçmayı seçmiştim. "Üç yıl önce , tecavüze uğradığımda söylemiştin değil mi? Yanlış hatırlamıyorum!" Sesimin titremesini bekledim. O da bekliyordu ama içimden gelse de aklım bunu onun tatmasını izin vermiyordu. Aklım kalbimden daha çok öfke duyuyordu ona. Gözlerini sert bir bakışla kapatıp derin bir nefes aldı. "Neden geldin?" diyerek sözlerini bastırarak konuştu. Yüzüne dümdüz bir ifadeyle baktım. O kadar düz ki öfkem ,nefretim , acım onun arkasına saklanmıştı. Oysa kalbim başka söylüyor, her şeye rağmen boynuna sarıl diyor. Özlemişim, bana bakışını bile. Onun bana hayatım boyunca ödeyemeyeceği bir borcu var? Sevgi! Bana sonsuz bir baba sevgisi borçlu , işin garibi eskiden çok isterken bunu artık istemiyorum. Ben de bunu kabullendim işte. " Aradan çok zaman geçtiğini biliyorum. " dedim inatla gözlerinin içine bakarken. Eski İris bunu yapmazdı. Eskiden o bana baktığında baş kaldırmak isterdim ama gözlerine bakınca ezilip büzülürdüm. Bir böcek gibi! Çırpınırdım beni görsün diye, o ise çok acımasızdı. Sesinin yettiği yerde sesiyle, yetmediği yerde tokadıyla ezerdi beni. Şimdi gözlerine bakarken anladım ki büyümüşüm! Onun sesiyle ezilmek istemiyorum! Bakışlarımı yarım yamalak görünen bahçe kapısında gezdirdim. Işıklar aralık kapıdan sokağa düşüyor. Ben karanlıktayım, öylece burada oturuyorum da sanki o ışık üstüme düşse her şey çözülecek. Bacaklarım oraya koşup içeri girmek istiyor. Dizlerimin titrediğini, oturduğum yerde kaskatı kesildiğimi hissettim. Yüreğim ağzımda atıyor. İçerdeki sesler hala kulaklarımı dolduruyordu. "Bana biri lazım." Gözleri yavaşça kısıp ,tahammülsüz ifadesini bozmadan soluklandı. Bu konuş, seni dinliyorum demek. Huysuz ; bu da kısa kes demek... Hala tanıyorum onu işte ,kaçınılmaz talihsizlik. "Bir gördüğünü bir daha unutmazsın. Biliyorum. O yüzden, soracak başka kimse gelmedi aklıma." Başka kimsem de yok zaten. Aslında konuşmak istediğimde bu değildi zaten. Ama ona beni terk edişini sormak için çok cesur hissetmiyorum. Bu sefer derin bir nefes alan bendim. Konuşmakta zorlanan, sözcükleri toparlamakta zorlanan bendim. Halimi ondan gizlemedim. Çünkü onun da bilmesini istedim. Geride bıraktığı gibi olmadığımı görmeliydi. Herkes seçimlerinin bedelinin ağırlığını çekmek zorunda. Ben çektiysem o da çekecek! "Anlat. Nedir?" diye sordu, kollarını bedenin iki yanında kaskatı tuttu. Gözlerim onun gözleri yükseldi. Merak mı etti? İçimin titremeye başladığını hissettim. Öfkeyle gözlerimi kaçırdım. Kes şunu, yapma bunu kendine! Yapma!

"Bir adam, bana tecavüz eden adam." Söylerken boğazım yanıyor. Göğsümün hızla inip kalkışına baktım. Boğuluyorum, nefeslerim boğazım ile ciğerlerim arasında bir yerde sıkıp kalmış . Canım yanıyor. Ağlamak çığlık atmak geliyor içinden. Hep farkındaydım ama şimdi bakınca kendime bile itiraf edememişim, yıllarca. Şimdi böyle pat diye söyleyince ,yaram deşilmiş gibi hissettim. Onun karşısında küçülmemek için yumruklarımı sıkıyorum. O da fark etti ,umurumda değil, çünkü kendi gerçeğimle cebelleşiyorum şuan. Bir kaç dakika tökezlediğimi hissettim. Fakat sonra öfke içimi hırçın bir şiddetle doldurdu. Bu haldeysem bunda babamın da payı vardı. Ve artık gizlemenin manası yok. "Beni sokağa atmadan önce evin etrafında ,hastane de yada başka bir yerde mavi gözlü bir adam gördün mü? Bizi yada sadece beni izleyen?! Sarışın veya kumral biri olabilir. Uzun yada kısa olabilir. Tanımadığın ,hiç görmediğin ama dikkatini çeken bir adamdan bahsediyorum. Gördün mü?" Yutkunarak cevap vermesini bekledim. Tüm bu sözcükleri bir araya getirmek benim için çok zor oldu. Fakat söylerken daha güçlü, suçlayıcı hatta biraz da iğneleyiciydim. Ona olan öfkemi hissettiriyordum , saklamakta zorlandığım özlemi mi de. Gözlerimi onun yüzünün üzerinde gezdirdim. Ne bir panik ne bir duygu karmaşası , hiçbir şey yok. Hala duvar gibi, betondan bir duvar! Öylece duruyor karşımda. "Tecavüzcünü mü arıyorsun?" Benim söylemeye çekindiğimi ,tökezlediğimi o tek solukta söylemişti. Söylerdi tabi , kesilen onun yarası değildi ki, umursasın...

Gözlerine dolan gözlerimle baktım. Aslında gözlerimden her şey okunuyordu. Ne kadar korktuğum, Alaz'a rağmen ne kadar korumasız ve savunmasız olduğum! Aslında! Bana bir kez, gerçek bir baba baksa hala o yağmurun altında o yavru köpeğe titreyerek sarıldığımı görürdü. Bakışlarımı kaçırarak güldüm. Dizlerim titriyor hala . Olduğum yere çakılmak ağlamak ,çığlık atmak istedim. Boğazım yırtılana kadar bağırmak istiyorum. Ama onun karşısında asla. Sadece güldüm. Gözlerimi ellerimle ovarak konuştum. Mesafeli ve soğuktum. Tıpkı bir buz dağı gibi, kar kaplı. Ona karşı olmam gereken hal bu! "O beni arıyor." Dedim, kaşları kalktı. Şaşırmıştı. Bunu beklemiyor olmalı ki yutkunduğunu gördüm. "Neden?" dedi, sesini zar zor duydum. Hıh diye bir ses çıktı ağzımdan . Ardında alayla sırıttım. Daha çok acı doluydu ama olsun. O mesajı almıştı . Her şekilde! "Sence bir tecavüzcü kurbanını neden tekrar arar baba? Özür dilemek için mi? Ayaklarına kapanıp af dilemek için değildir her halde değil mi? Bu yüzden o cevaba ihtiyacım var ; gördün mü görmedin mi? Çünkü bu sefer yakalarsa..." durdum lafımın devamını getirmek zoruma gitti. Bakışlarımı onun gözlerine sapladım tıpkı onun şuan bana yaptığı gibi sert ve acımasızca. Fakat sonra içimden bir his onun da yaralanması gerek dedi. Neyi kıvırıyorum ki ,o bundan çok daha fazlasını hak ediyor! "Malum, arkamızda duran dağ gibi bir babamız yok. Hoş ,öncesinde vardı ne oldu!"
Yüzü asıldı hızla, derin bir nefes aldı. Sözlerim mi yaraladı onu yoksa geçmiş mi bilmiyorum. Vay vay dedim içimden. Senin de yaralandığın bir yer varmış baba. Ama hayır, buna inanmam. Sadece egosu zedelenmiştir. Dilini dudaklarının üzerinden gezdirerek boğazını temizledi. "Kimseyi görmedim. Hatırlamıyorum. Geçmiş gitmiş zaman..." Yalan söylüyor... Doğruyu söylüyorsa eğer gözlerimin içine bakması gerekirdi. Çünkü kibirli bir adamdı hep. Haklı olduğu yerde göğsünü kabartmaya da bayılırdı. Şimdi ise bakışlarını kaçırıyor. Yalan söylüyor ama neden? Neden yapsın bunu! Düşüncelerimden çok aynı soru dolanıyordu aklımda!

Geçmiş gitmiş zaman mı? Ne kadar kırdı beni bu cümle... Çünkü ben hala , geçmişin gölgelerin de, karanlığında ,acılarında yaşıyorum. Bir bataklığın ortasındayım, çıkamıyorum . Oysa görünen o ki, bir tek ben çıkamamışım oradan ... Bir de alaz. Şimdi yanımda olmasını isterdim. Çünkü birinin elimden tutup yalnız olmadığımı göstermesine ihtiyacım var. "Geçmiş gitmiş zaman öyle mi?" Sesim bir bıçak kadar keski ve hırçındı. Etrafta yavaşça göz gezdirdim. Konuşmadan hemen önce ayağa kalkmış, tam karşında durmuştum. Anlaması gerekiyor, önce onun bilmesini istedim. Ben onun sokağa attığı küçük kız değilim artık! " Geçmiş gibi değil burası." Sözlerimi devamında işaret parmağım kulağımın yanında daireler çizerken "Sesler değişmiş. Kokular aynı değil. Sokaklar aynı ama insanlar farklı. Geçmiş gitmiş dediğin gibi! Çok haklısın! Peki ben niye aynı yerdeyim. Aynı sokakta, aynı yağmurun altında aynı çöpün yanındayım. Ben niye aynı karanlıkta tek başımayım?" Dedim. Sanki o da farkındaydı eskiden tanıdığı o çocuk olmadığımın. Bana bakarken o aynı suretin altındaki ruhu görmüyordu. Oysa ben hala ona sarılmak istiyorum. Bu düşünce boğazımı yaktı. Fakat yine de ağlamadım ve gözlerine bakmaya devam ettim. "Bunları söylemeye mi geldin buraya kadar?" Sesinin sessizliği çok eğreltiydi. O böyle konuşmaz. Kendini bastırıyor. "Ne bu sessizliğin, incittim mi seni? Hı, kalbin mi kırıldı? İçimden daha fazlasını söylemek geliyor. Belki bir parçada suratına tükürmek. Ne yaparsın işte ,bazı yaralarda böyle, kanar durur." Tükürür gibi konuşup tiksintiyle bakıyordum ona. Üzerine gitmeye devam ettim. Çünkü bastırılan duygular zincirleri kırar. Bana kapatılan kapının ardındakilerin de , onun acı çekmesi lazım. Hiçbir şey söylemiyor. Benim tanıdığım adam gibi de davranmıyor. Tuhaf! "Neyin var senin? Şuan bana posta koyman gerekirdi ama senden beklenilmeyecek kadar sessizsin. Neden?" Şüpheci bakışlarım ve ifademle yüzünü inceledim. Ne tedirgindi ne de panik. Sakin değildi ,tepkisiz de. Onu hiç böyle görmedim ,belki bu yüzden anlayamıyorum onu. "Bir nedeni yok, sadece değmeyecek şeyler için enerji harcamayı bıraktım." Dediğinde öfke içimi hırsla, kancık bir sahtekarlıkla doldurdu. Beni kamçılıyordu, madem öyle. O lafının ipini tutamıyor benim tutmam için de bir sebep yok! "Ya ,öyle mi? Sevindim senin adına. " diyerek ellerimi birleştirerek onu alkışladım. "Bravo, kim bile bilirdi bitmek bilmeyen askeri takıntılarını ,dramlarını, alet olduğun haysiyetsiz geçmişi geride bırakacağını. Bravo! Sen başardıysan, pekala herkes yapabilir! "

"Bana bak!" dişlerinin arasından tıslayarak üzerime yürüdü. Olduğum yerde durdum. Yanakları içeri çökmüş, alnı kırışmış ,kaşları çatılmıştı. "Bakıyorum zaten! Asıl sen bak bana!" Ona meydan okuyarak aramızdaki mesafeyi kapattım. Gözlerim , hatta bedenimdeki son damla kan bile çok cesurdu şimdi. Cesaretim kırılmadan devam ettim. Onu köşeye sıkıştırmalıyım. "İçerdeki misafirlerin varlığımı bile bilmiyor değil mi? Yada biliyorlar ama burada olmadığını sanıyorlar. Neredeyim mesela. Ha baba? Beni yurt dışına mı yolladın. Hangi ülkedeyim? Soğuk ülkeleri sevmem bilirsin. Sıcak bir yer mi? " Derken ondan uzaklaşmak için bir adım attım. Bahçe kapısına gideceğimi sanıp önüme geçti. Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. İçimden gülmek geliyordu. Vay be demeliydim suratını . Ödün kopuyor beni tanıyacaklar diye ama yapmadım. Öylece baktım yüzüne. Burnumu çekip bakışlarımı geldiğimden beri yaptığım gibi yine ondan kaçırdım. Çünkü gözlerim doluyordu. Ve onun karşısında ağlamayacağım! "Korkma içeriye girmeyeceğim. Bilmek istediğim bir şey daha var . Sana sormam gereken bir şey." Bakışlarımızı tekrar buluşmuş, sıkkın bir nefes almıştı. "Şuan hiçbir şey için uygun bir zaman değil. Gitsen iyi olacak!" Dedi, bir adım geriye çekildi ve sırtını döndü. o gitmeden kolundan yakaladım. Bunu beklemiyordu. Bedenini sertçe kendime çevirdiğim de afallamıştı. "Benim başka zamanım yok, umurunda olmadığımı biliyorum. Ama o piç bir daha üstüme çıkamayacak! İzin vermem! Bana yalan söyleme sakın. Karşında o küçük kız yok artık. Bana o adamla ilgili ne biliyorsan anlatacaksın!" Diyerek aramızdaki mesafeyi kapattım. "Yoksa içeri girer, misafirlerine merhaba derim. Bu da hiç işine gelmez? Seçim senin!" Sağlam bir tehditle karşı karşıyaydı. Konuşmaya devam ettiğim de ondan beklediğim gibi bir tepki vermedi. Ben ise gözyaşımın aktığı hırs ve öfkeli kan çanağı gözlerle ona bakıyordum. Şuan her şeyi yapabilirim . Onu öldüre bilirim. Bahçeye dalıp sofradaki herkese zarar verebilirim. Ama beni tutan bir şey var işte. Ne bilmiyorum...
"Bana bunu borçlusun! Biliyorsun! Senin için geçmiş belli ama herkes sen değil. Öt bakalım!"
Yutkundu sabırla, derin nefeslerinin arasında "Bu ne avam konuşma böyle. " Şimdi aşağılamayı mı deniyor. Herkes sırtımdan vururken kimseye acımam. Eskiden yaptığı yanlış seçimleri umursardı. Beni sokağa atmak onun için yanlış değildi belki ama yanlış olduğunu anlayacaktı. "Çöpün kenarından bu kadar oluyor! Adam olsaydın da kibarlık öğretseydin!" Derin derin havayı soludu. Kızıyor ,aman ne güzel. Yüzüne tiksinir gibi bakıp alayla sırıttım. "Ne bilmek istiyorsun? Ne?" dedi oldukça fısıltıya benzeyen öfkeli bir sesle. Yüzüne bakarken anladım ki ,ben hiç var olmamışım gibi devam etmişler hatalarına. İçerden gelen gülüş sesleri kulaklarımı dolduruyor. Annemin gülüşü. O ince kahkahası. Bana gülümsediği hayal ettim istemsizce. İki yana kıvrılan ince dudaklarının, dudaklarının etrafındaki kırışıklıklara kadar hepsini hayal ettim. Ama sonra hayalim toz oldu. Çünkü artık eskisi gibi gülmediği düşünüyorum. Eskiden de çok gülmezdi ya, neyse!

"Bir adam gördüm evet. Ama sen tecavüze uğramadan çok önce, odanın penceresinin baktığı kaldırımda duruyordu. İki gün üst üste. Aynı saate. Gergin bir tipti. Orta boylu, uzun değil. Bahsettiğin gibi sarışın . Bodur biraz. Hafif göbekli. Mavi gözlüydü. Kafasının üzerindeki seyrek saçları tek bir tarafa ,sağa doğru taramıştı. Özel dikim takım elbise ,kuzu derisi siyah bir kundura, lacivert 80'lerde kalma kayık yaka bir gömlek giyiyordu. Kıyafeti pahalı ama adam ucuz duruyordu. Hani sanki üstüne oturmamış gibi. İki kez gördüm. Bir daha da görmedim."

Her bir detayı hatırladığına eminim. Hatta daha fazlasının olduğuna da eminim. Ama anlatmıyor. Yada eksik anlatıyor!
"Bu kadar mı? Gidip adamın ensesine yapışıp neden evini izlediğini sormadın mı? Yanlış hatırlamıyorsam, ki yanılmadığıma da eminim, saplantılı savunmacı tavrınla saldırganlaşman gerekmez miydi? Bizim için , benim için çok vahşiydin, tanımadığın bir adam kibarlaşmış olamazsın!" dedim. Bahsettiği zaman kesimi bir tarih değil. Normalde saatlerine kadar her yaşanılanı aklında tutan bir adamdır. Hikayeyi eksik anlatıyor. Hatta parçalara ayırıp yeniden birleştiriyor gibi bir hali var. Ona şüpheyle yaklaştım. Bakışlarım yargılayıcıydı. Yargıda sonuçta bir tavırdı. Bunu o da biliyor ,çünkü odan öğrendim. "Bu kadar yeter! Misafirlerim var . Artık git buradan." Sert bir çıkışla konuşmayı kesip attı. Ardını dönmüş eve doğru iki adım atmıştı. İki adımdı çünkü onu kolundan, parmaklarım etime batacak kadar sert bir dokunuşla yakaladım. Bunu yapmayı kendimden ben de beklemiyordum. "Son bir şey, sonra gideceğim!" Gözlerini hızla açıp kapattı. O sırada Arina arabadan inerek kapıyı kapattı. Aramızdaki gerilimi hissetmişti. Beni koruması gerekiyordu. Alaz'a veremeyeceği bir hesabın içine girmek istemeyeceğini tahmin ediyorum. Bu yüzden avını parçalamaya hazır bir kurt gibi tetikteydi. Eli belinin arkasındaki silaha yakın adımlarının yüzü bize doğruydu. Bakışları ise babamın üstündeydi. Babam kapanan kapının sesine çevirdi yüzünü. Kızı başta ayağa inceledi çar çabuk. Uzaktan bakıldığından gördüğü ne biliyorum. Baştan aşağı siyah giyinmiş, uykusuzluğu gözlerinin altındaki halkalardan anlaşılan , yüzündeki eski ama çok belirgin olmayan yara izleri, silaha uzana elinin parmağındaki koyu dövme işaret. Soğuk ve tekinsiz bakışlar... Özetle itaatsiz ,isyancı ve tehlikeli bir tip... Babamın en nefret ettiği kişilik tipi. Eskiden benden de bu yüzden hep utanıp nefret etmişti. Tabi ben Arina kadar tehlikeli değildim ama itaatsiz ve isyancıydım. Bir türlü anlayamamıştı. Ben onun bir parçası, onun kanı ve çocuğuydum. Tek başıma bir bireydim. Onun sevdiği sevmek, istediklerini yağmak zorunda değildim. Geride bırakamadığı askeri geçmişindeki adamlarından biri değilim. Beni disipline etmek yerine sevseydi ,korusaydı, yada bir nokta kadar bile gölgesi düşseydi üzerime , o bahçedeki sofra da bana yer olurdu.

Alayla gözlerimin içine baktı. Bakışlarını okuyabiliyorum. Arina'yı da beni de aşağılıyor kendince. Eskiden ne kadar üzülür kırılırdım buna. Şimdi fark ettim. Artık canımı yakmıyor. " Ne halt ettiğin umurumda değil. Ne soracaksan sor, sonrada köpeğini de al git buradan."
Hıh diye bir ses çıktı ağzımdan , mavi gözlerim kısıldı. Ondan korkan onun gibi olsun! "Beni neden sokağa attın? Hiçbir suçum yokken hem de. Sana boyun eğmediğim için mi?" Sözcükler ağzımdan bir andan çıkı verdi. Kaçmasına, yada afallamasına fırsat vermeden... Sonra devam ettim. "Doğum günümde tecavüze uğradığım için mi? O gün kırmızı ruj sürmüştüm, eteğimde biraz kısaydı ,fazla mutluydum bir kaç erkeğe fark etmeden gülümsedim diye mi? Beni eve kapatmana , fikirlerimi kısıtlana, özgürlük anlayışına uymadığım için mi? Hala geride bırakamadığın bir tabur askerden biriymişim gibi davranmana katlanmadığım için mi? Neden, hangisi için? " Her kelime dudağımdan dökülürken fark ettim. Aslında bu cevabından ne kadar çok korktuğumu. Gözlerim yanıyor ama acıyı ve lanet ağlama hissini halının altına atıyorum. Kalbim ,en korktuğum anda bile böyle atmadı. Hayır ,bu ilk... Kaşlarını çatışını izledim. Bana cevap vermeyeceğini düşünüyorum. Gözlerini parmaklarıma sapladı ama geriye çekilmedim. Dedim ya zaman geride bıraktığımız her şeyi değiştirir. Herkesi değiştirir. Hiç bir şey yada kimse, asla ardımızda bıraktığımız kalmaz. Babam da bunu anlayacak.
"Sen her zaman itaatsiz, disiplinsiz bir çocuk oldun. Seni olması gerektiği gibi adam ederim sandım. Ama baş kaldırmakla kalmadın . Kendini de bizi de rezil ettin. Benim evimde utanca yer yok. Biliyorsun. Sen hep bir utançtın benim için . O günden sonra da artık katlanılmaz bir hal aldın. Bu yüzden vazgeçmesi kolay oldu!" Kelimeleri ,cümleleri ve sesi o kadar keskindi ki her birinin göğsüme saplandığını hissettim. Kalbim duracak sandım. Öyle bir acıydı bu. Nefesimi tutmuş artık durduramadım, dolu dolu gözlerle bakıyordum ona. "Yapmam gerekeni yaptım. O kadar." Diyerek sözlerini bitirdiğinde parmaklarım kolunu bıraktı. Ellerim gözümdeki yaşı silerken onun hiç beklemediği bir şey yaptım. Gülümsedim ona. Çünkü acı mutluluğu bastırır. Mutlulukta acıyı. Onun acımı görmesini istemedim. Daha fazla olmaz!
"Teşekkür ederim." Kibirli bir ifadeyle gözlerimi bahçe kapısından çevirdim. Annem oradaydı. Bizi izliyordu. Öylece ,sessiz sedasız. Bir kere sarılmak geliyor mudur onun da içinden. Yoksa bir tek ben mi aptallık ediyorum hala!
"Ne için?!" Bunu sormasını beklemiyordum bile. Yüzümü ona dönmeden önce konuştum. Annem sesimi duyuyor mu bilmiyorum; dudaklarımdaki tek kelimeyi okusa yeter! "Beni sokağa attığın için! Çünkü eğer bunu yapmamış olsaydın, geçmişini geride bırakamamış, başarısız ,ezik ,aşağılık kompleksli, zavallı bir adamın utancıyla büyüyecektim! Hatalarını ,başarısızlıklarını üzerimden çıkarmasına izin vermek zorunda kalacaktım. Beni kendinin aynası olmaktan kurtardığın için, teşekkürler." Kaskatı kesilmiş bedeni tam karşımda duruyor. Onunla böyle konuşmama öfkeleniyordu. Fırtınanın yaklaştığını hissediyorum. Göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Bana doğru ani bir hareketle sert bir adım attı. Eli yüzüne inmek için havaya kalkmış, fakat suratıma bir milim bile yaklaşmadan onu bileğimden yakalamıştım. Bu benimde canımı yakmıştı çünkü benim de bileklerim henüz iyileşmemişti. Bandajlarımı artık çok daha açık görüyordu. Bakışlarını bileklerimde gezdirdi. Eskiden parmağıma iğne batsa dünyayı yıkardım. Canım kıymetliydi. Bunu oda biliyordu. Şaşırmıştı bunu kendime yaptığıma. Onu durduğum sırda Arina hızla atılarak elini belinin arkasına atmış, tüm bu karmaşa aynı anda fakat bir kaç saniyede olmuştu. Boştaki elimi kaldırarak onu durdurdum. Tekrar rahat ve dik bir hal alırken babamın etine batan parmaklarımı çözdüm. O da afallamıştı. Arina'nın üzerindeki baskım. Onu ve Arina'yı durdurmuş olmama bunları benden beklemiyordu haliyle. " Sadece zavallı insanlar dilleriyle ezemediklerini elleriyle ezmek isterler. Sen hem aciz hem zavallı, hem yetersiz bir adamdın her zaman. Eskiden tokadını yakalayamazdım, çünkü küçüktüm. Ama şimdi... Karşın da o küçük kız yok! Büyüdüm! Sen de büyü artık!"

Elini sertçe savurdum ateş misali yanan gözleri kahverengi birer ateş topu gibiydiler. Yine de bedeni taş kesilmişti. "Defol." Dedi kuru ama hiddetli bir sesle. Yanından yürüyerek geçtim, ona son bakışım tıpkı onun ki gibi öfkeliydi. Bana bir şey yapması hatta buna yeltenmesi bile umurumda değildi. Onu yaralamayı başardım ya ,içimde bir boşluk oluşmasını beklerken şaşırmıştım. Çünkü ,beklemediğim kadar rahatlamış hissediyorum. Üstelik bu bir yüzleşme bile sayılmaz. Eteğimizdeki taşların hepsini dökememiştik fakat bir kaçını yere bırakmakta yetmişti. Arabanın yanına geldiğim de "Gidelim." Dedim Arina'ya. Başını salladı ama duruşunu değiştirmedi. Bakışları hala bize bakan babamdaydı. Arabaya binene kadar öyle durdu. Vahşi bir hayvan gibi saldırgan ve kontrol edilemez duruyordu. Kemerimi bağladığım sırada yerine geçti ve içeriyi aydınlatıp motoru çalıştırdı. Bakışlarımı babama çevirmedim bile. Eve mi girdi, hala durup beni mi izliyor, bilmiyorum. Yüzümü onun aksi tarafına çevirip akıp giden yolu izledim. Sonra da hızla geçen ,cama yansıyan binaları... Yarım saatten fazla süredir yoldaydık . İçerisi çok sessizdi. Ne o konuşuyordu ne de ben. Tahminen on dakika kadar daha arabaya akıp giden yolun üzerinde sürdü. Sonra, sahil yoluna girdiğinde Beş dakikanın ardından arabayı durdu.

"Neden durduk?" diyerek sahili inceledim. Aslında sahil değildi. Denize dalga kıran yerine beton zemin ve taş dökülmüş bir kıyıydı. Bir köfteci arabası köfte satıyordu. Önü kalabalık, yoğun bir kargaşa vardı sanki. Bazıları adamın koyduğu taburelere oturuyorlar bazıları banklara. "Açıktım. Sen acıkmadın mı?" Arina yine buz gibi düz bir sesle konuşuyordu. Bakışlarımı ona çevirip tekrar insanlara baktım. Kemerini çözmüştü.
"Aç değilim." Keyifim yerin de değil, aksi bir haldeyim. Kafam da hala bitmek bilmeyen bir ağırlık var. Çözemediğim cevabını bilmediğin yığınla soruyla karşı karşıyayım. Aklıma yemek bile gelmedi. "E ben acım. Hadi in arabadan." Diyerek oturduğu koltuğu boşluğuyla doldurdu. Kapıyı sertçe kapattı arabanın önünden yürürken bakışları etrafta geziniyordu. Beni yalnız bırakamaz. Muhtemelen, beni yanına çağırmasının sebebi de buydu. Eliyle cama tıklatıp gel işareti yaptı parmaklarıyla. Sıkılmış bir nefes alıp şişirdiğim yanaklarımı söndürdüm ve arabadan inerek onun köftecinin yanına kadar takip ettim. "Usta! Kolay gelsin." dedi adama , onda daha önce hiç görmediğim bir sıcaklık ve samimiyetle. Bir de gülümsüyor mu? "Eyvallah yeğenim. Ne vereyim sana?" Adamın yanakları ateşin sıcaklığından kıpkırmızı olmuş, esmer yüzü terle kaplanmıştı. Bodur, kısa, şişko ve göbekli . Kedi kılına benzeyen ince bir bıyığı , içeriye çökük bir burnu vardı. Gözlerimi kısarak onu incelim; o sırada Arina "Sen ne alırsın?" diye sordu, ısrarla bana bir şeyler yedirmeye çalışıyor. Beni önemseyen bir tavır sergiliyor. Neden? İşini iyi yaptığından emin olmak için mi? Olabilir. "Hı?" diye bir ses çıktı ağzından sonra da soruyu algılayıp "Aç değilim." Karşılığını verdim yeniden. "Tamam o zaman." Yüzünü köfteciye döndü. "Usta, sen bir yarım bir çeyrek, birde acılı şalgam ver bana." diyerek parmağı ile ilerdeki bankı gösterdi. "Şuradaki banktayız." Adam başını onaylar gibi sallayıp geliyor dedi. Bir kişi için biraz fazla bir sipariş değil mi? Arina'dan önce banka doğru yürüdüm. Kafamın içi çok doluydu. Çok çok dolu... Bir sürü soru vardı ve ben de hiçbirinin cevabı yok. Gölgede kalan çok şey var ama elimde ışıkta yok. Banka oturdum. Sırtımı tahta yüzeyine yaslamıştım. Ellerimi ise ceketimin cebine koydum.

Başımı kaldırıp kapkara bulutlara baktım. Gök hala gürüldüyor. Yağmur bir kez daha yağdı yağacak. Bu şehrin yağmurları hep aynı geceyi anımsatıyor bana. Karanlık ,soğuk tek başıma... ıslanmadan ıslandığımı, yağmur damlaları gökten düşmeden yüzme indiğini hissediyorum. Bakışlarım bulanık, ağlayasım geliyor aklıma. Gözyaşı ve yağmur kaşımı bir acıydı bu . İçimde bir yerlerde durmadan ağlayan bir kız var. Onu susturamıyorum. Hala o gecede kalmış; bir türlü ilerleyemiyor , bir arpa boyu yol alamıyordu. Her acı bir gün çekip gider sanıyor insan. Acılar demişken aklım bulanıyor. Avuçların kaşınıyor ve baktığın göğün gürültüsü aslında kalbinde kopuyordu. Acı çekiyorsun ama bakmaya da devam ediyorsun. Ne zaman bırakacağım o geceleri ardımda? Tecavüze uğradığım; babamın beni sokağa attığı, annemin sadece izlediği geceyi nasıl yada ne zaman terk edeceğim? Eğer öyle bir gün varsa ,yaşamak istiyorum. Bunun benim suçum gibi hissetmediğim bir gün, yetersiz , eksik hissetmediğim bir gün var mıdır acaba? Huzurla her şeyi ardımda bırakmış bir kadın olmak nasıl bir his öğreneceğim. "Neye bakıyorsun İris?" Arina yanıma oturmadan önce konuşmuş, benim gibi başını göğe kaldırıp bakmıştı. Yorgun renkli halkaları göğün üzerine yansıdığı solgun inci taneleri gibi parlıyor. Hem ışıltılı hem de değil. "Hiç, bulutlara bakıyorum. Göğe..." Islak bir bankın üstünde oturuyorum. Sağ da ben solda Arina. Üzerimdeki kıyafetler kuru ama sanki ıslakmış gibi hissediyorum. Geriye hiçbir şeyi kalmamış ,etrafı bir anda kalabalıklaşmış ama yapa yalnız olan bir kadınım. Arina ile bu açıdan benzerlik taşıyoruz. O da yalnız, tek başına. Tek farkla o tek tabanca olmayı kendi seçmiş gibi. Kendim için aynı şeyi söylemeyeceğim... Halbuki bazen kalabalık iyidir, yaralarınızı kapatır ,kafanızdaki sesleri bastırır.

Arina ya göz ucuyla baktım. Hala gökyüzüne bakıyor. Donuk ve de soğuk bakışlarla. Bir eli damgalı baş parmağını ovuyor yavaş ama sertçe. Acı verici bir his olmalı. O işarete ilk kez bu kadar yakından bakma fırsatı buldum. Göz ucuyla incelemeye başladım. Şeklin rengi çok koyu. Uzaktan basit bir dövme gibi görünüyor. Ama yakında kuru kafanın üzerindeki detaylı çizgileri görebiliyorum. Kafatasının üzerinde kemik birleşim çizgileri bile var ama onlar kabartılı değil. Gözlerden ateş çıkıyordu. Parmağın derisinin üzeri boyanmadan önce içi oyulmuş gibi. Parmağına dışa büktüğünde çukurlar oluşuyor. Bunu ona kim yaptıysa yada o bunu nerede yaptırdıysa çok acı vermiş olmalı. Canının yandığına eminim. Basit bir dövme değil, boyanmadan önce, derisi kabartılmış gibi görünüyor. Hani demirle yakarsın ya öyle. "Bu işareti nasıl aldın?" soruyu sormadan önce boğazımı temizledim. Sorarken de çok temkinli ayrıca sakindim ve bakışlarım gökyüzüne sabitlenmişti. Cevap vereceğinden emin değilim hatta vermemesi daha büyük bir ihtimal. "Kendimle ilgili soruları cevaplamayı sevmem demiştim." Sesi sertti. Canının sıkıldığını hissediyorum. Yine göz ucuyla baktın ona . Dişlerini sıkıyor, yanakları içeri çökmüş. Omurları ,sırtı gergin; bacakları ise yerde durmadan titriyordu. Düzenli bir ritim halimde. "Tamam, sormadım say." Dedim, cevabını duymaktan vaz geçmiştim. Belli ki hala onun kaldıramayacağı bir yük ve bana anlatacak kadar da güçlü hissetmiyor. Onu anlıyorum, hepimizin altında ezildiği dağlar var elbet. Aramızda bir süre derin bir sessizlik oldu. Sonra bedeni sakinleşti ve hareketsizce olduğu yerde durdu. O sırada artık gökyüzünü izlemeyi bırakmıştım. Şimdi sadece denize bakıyorum, kafamda yine bir sürü sesle!

"En sevdiğim mevsim kış..." dedi durduk yere. Kaşlarımı çatarak bakışlarımı ona çevirdim. Kendiyle ilgili şeyleri konuşmayı sevmiyor sanıyordum. Ama ona, neden diye de sormadım. Merak etmediğim için değil , ona bunu da ben sormamıştım zaten. Belli ki konuşmak istiyor. Onu durdurmadım. Tıpkı beklediğim gibi keskin ,derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti. "Ceniza'dayken hava çok sıcaktı. Aslında ispanyada her yer sıcaktır her halde. Ben hep sıcakları gördüm. Orada güneş battığında soğuk çökmüyor. Hep sıcak. Kum sıcak, toprak sıcak ,su sıcak ,yemek, su bile sıcaktı . Sıcak sanki derimizin üzerinde her gün yanan bir ateşti. Bilirsin işte alev alev." Dedi parmaklarını havada hareket ettirip kendince alev hareketleri yaparak. "Her gece o cehennem de başımı yastığa koyduğumda, sıcak kumun ,toprağın ve çamurun için de sürünürken kendime aynı sözü verdim. Yılın 6 ayı yağmurlu gecen baharı bile ayazlı, yazı kısa bir şehirde kalacağım. Her gün bulutlu bir havada uyanacak, güne karanlıkta boşlasam bile şikayet etmeyeceğim. Kar yağacak ama ben üşümeyeceğim dedim. Çünkü ateşte çok kalmıştım. Artık derim yanmak dökülüyordu. Pul pul... O derinin altından yeni biri çıkmıştı. İspanya'daki ateşten kışın ayazı için yeniden doğmuştum."
Gözlerimi kısarak olduğum yerden kıpırdandım." Bana bunu neden anlatıyorsun?" dedim. Amacının benim her hangi bir bağ kurmak olmadığını anlayabiliyorum. Yolunu kaybetmiş bir tipte değil. Hayır , onun gibi insanların kabukları serttir. Benim gibilerin dert ortaklığına ihtiyaç duymazlar. "Bana dışardan baktığında ne gördüğünü biliyorum. Duygusuz , acımasız , kendi çıkarları dışında Alaz'ın istediği gibi kullandığı bir maşa görüyorsun. Soğuk kanlı bir katilden daha fazlası değilim. Kendi abimi öldürdüğümü öğrendiğine eminim, kulaktan kulağa dolanan şeylerin sesi çok yüksek. Yaptım ama pişman değilim. Duygusuz olduğumu sanıyorsun çünkü öyle bakıyorum. Gözlerimden yaş akmadığı için ağlamadığımı sanıyorsun. Yaralarımı gördün ama nasıl oldukları sorgulasan da bir tarafın benim gibi biri için bunu normal karşıladı. Çünkü ellerim kanlı..." parmaklarını avuçlarını açarak gösterdi. "Çünkü ben kirliyim, karanlık taraftayım. Kabul etmelisin. Sen, ben , Alaz yada dünyanın geriye kalan insan kitleleri... hepimizi, yargılarımız yönlendirir. Dışardan neyi görsek onu yargılarız . Bize uymayan , hikayesi bilmediğimiz yada ondan daha beter halde olduğumuz herhangi bir şeyi bile yargılarız. Yol kenarında kısa etekli müşteri bekleyen bir fahişe gördüğümüzde yüzümüzü buluşturur, ona bok gibi bakarız. Neden bu işi seçtiğini ,neden yapmak zorunda kaldığını sorgulamayız. Yada takım elbiseli ,jilet gibi giyinmiş bir adım gördüğümüzde işten bıkmış asık suratını görmeyiz bile. Çünkü çakası yerindedir. Üzerinde o takım vardır ya, adamın torbacı pezevenk, katil ,sapık yada başka manyak bir şey olabileceği aklımıza dahi gelmez. Ama o adam temizdir bize göre, fahişe kirli. İnsan oğlu ön yargıyla doğmuştur , bununla doğar ,böyle büyür ve yaşarız." Onu tanıdığımdan beri ilk kez bu kadar uzun konuşmuş cümleleri özenle seçmişti. Doğrusu çok az konuşuyordu. Kısa ve öz... Bu sefer farklı, sanki konuşmakta zorlanıyor , ara ara duraksayıp soluklanıyor. Duygusuz biri gibi görünüyor olabilirdi. Soğuktu da, ayrıca acımasız bir maşa ve katildi. O haklıydı. Hepimiz kendi yargılarımızla yaşıyor , baktığımız penceredeki görüntü ne kadar ise o kadarın kabul ediyoruz. Ona önyargılı hatta yargılayıcı mı yaklaşmıştım? Bunu fark etmeden yapmış olabilir miydim? Peki, bu onu kırmıştı da bu yüzden mi böyle konuşuyordu? Ne kadar karmaşık ve belirsizdi tüm sorular.

"Sana bunları neden anlatıyorum biliyor musun?" derken yüzümü gökten çekip maviliklerime dikti. Aniden aramızdaki mesafe kapanmış bu beni biraz ürkütmüştü. "Daha önce kimse merak etmedi ." Durdu ve sertçe yutkundu. Sanki boğazında kocaman bir taş varmış gibi. Gözleri göğün sonsuzluğuna dönüp duruyor, sonra tekrar bana bakıyordu. Konuşmakla kaçmak arasında kalmıştı. Sorun anlatmakta değildi anladığım kadarıyla. O geçmişi konuşmaktan korkuyordu, canı yanıyor olmalı. Derin bir nefes aldığını duydum, ardından konuşmaya devam etti. "Beni bir tek adam umursardı. Babam... Öldüğünden beri kimse bana ne hissettiğimi sormadı. O gittiğinden beri..." derin derin havayı soludu. Aldığı soluklar bile titriyordu. Ama gözleri buz gibiydi. Gözle görülür bir şekilde Arina dışardan sert bir kabuktan ve içerden yumuşak bir çocuktan oluşuyordu. İçerdeki kız babasını özlüyor ,acı çekiyor ağlamak istiyordu. Dışardaki ise duvardan farksız onun önünde duruyordu. Sesini bastırıyor ,dışarı çıkmasına engel oluyordu. " Hiç kimseye ne hissettiğimi anlatmadım. Elimde ki işareti, neden bu hayatı seçtiğimi ,yaralarımı ,acılarımı ,geçmişimi yada bir geleceğimin neden olmayacağını... Kaç adam öldürdüğü mü ,yada ne hissettiğimi. Sen ilksin. Babam hep ; iyilik karanlıkta bile saklayabileceğin bir incidir, parlaması için biraz ışık yeter derdi. Başkalarını bilmiyorum ama ben hep karanlığın içine hapsedildim. Gırtlağıma kadar pisliğin içindeyim. Işığı görmeme izin verilmedi. Belki benim yargılarım, eylemlerim ışığın süzülebileceği bir nokta bırakmadı hayatımda ama sen, bunu yapabilirsin. Hala bir şansın var. Bunları sana anlatıyorum ki gözünü aç, uyan artık. Sonunu mutlu biteceğini bildiğin bir film de değilsin. " Kaşlarımı çattığımda anlamayan bakışlarım yüzünde geziyordu. Bunu oda görmüş olacak ki ben bir şey söylemeden devam etti. "Kimse göründüğü gibi değildir. Herkesin kendine göre maskeleri ,hikayeleri var. Eğer sadece aynanın içindeki yansımaya bakarsan kaybedersin. Alaz'ın sakladığı, bilmeni istemediği bir şey daha var. Senin tanıdığın adam değil o. Kimseyi yanında kalması için zorlamaz. Kimseyi onu öpmesi için yada öpebilmek için zorlamaz. Aranız da daha fazlasının yaşandığını biliyorum. Belli bir kısmında senin rızan olmadığını da..."

"Ne demek istiyorsun?!" Sesim çok sert çıkmış ,keskin bir tavırla sözünü kesmiştim. Evimde olanlardan bahsediyordu. Ama bunu nerden biliyordu. Nasıl? İçeride ikimizden başka kimse yoktu. Nasıl bilebilir? " kafanı topla iris. Alaz evine geldi . Kuryesinin kaybettiği malı almak için. Ki bununda aslında uyuşturucu olmadığını benim evimde öğrendin. Sence de nerde bilecekti, çünkü en başından beri sende olmasını istemişti. Panikleyeceğini ,o kadar kilo tozu yok edeceğini biliyordu. Ama neden seni hırpaladı, sana zorla dokunmaya çalıştı. Senin tecavüze uğradığını biliyordu. Neler yaşadığını da biliyordu, sana o hisleri yeniden yaşatmasının amacı neydi? Sadece senin ondan nefret etmeni istemesi biraz basit olmaz mıydı? Diyorum ki, Alaz hiçbir kadına istediği olmadan dokunmaz. Böyle bir adam sana bunu nasıl yaptı? Belki ileriye gitmemiş olabilir ama sonuçta bir zorlama vardı değil mi?" Donup kalmıştım. Kafamın içinde küçük çaplı kıyametler kopuyor aynı noktaya toplanıyorlardı. Kuşkular ve korkular aynı yerdeydi. Sanki kafamdan vurulmuştum. Silah kulağımın dibinde patlamış gibi kulaklarım uğulduyor, hiçbir şey duymuyordum. "Gözünü aç! Çok geç olmadan bunu yap çünkü ayağının altındaki toprak kayıyor İris, kimin dalına tutunduğuna dikkat etmelisin. Kimse göründüğü gibi değildir." Köftecinin çırağı Arina'nın dürümlerini getirmişti. Ayağa kalkıp Bir şeyler söylüyordu fakat kafamın içinde sessiz bir tiyatro dönüyordu. Sadece içerdeki sesle duyuluyordu. Bunu hiç düşünmedim. Onun bir şeyler bildiğini ,geçmişimizde kesişen yolar olduğunu bile öğrendiğimde neden diye sorgulamak aklıma hiç gelmedi. Çok mu hızlı yaşıyorduk her şeyi yada kafam da bir soru işaretine daha yer kalmadığı için mi? Bilmiyorum.

Gözlerimi denizin koyuluğuna dikip adam akıllı düşünmeye başladım. Çantaları karıştırdığım andan itibaren değil, onun evime gelişini düşündüm. Bana bakışlarını düşündüm. Uzun uzun... Ondan korkmuştum Sert ,soğuk ve bir o kadar da ... Özlem dolu. İşte bu! O kısacık anda saklayamamıştı hissettiklerini. Rol yapan tarafı sert ti tıpkı bir kaya gibi, soğuktu ama gerçekte o rolün arkasındaki adam beni özlemişti. Onu incelerken saçları bana o geceyi hatırlatmıştı. Karanlıkta karanlık bir adam olduğunu anlamıştım. Kalbimin atışı canlandı aklımda. Çantayı istemişti, olacaklar için beni tehdit etmiş gözümü korkutmaya çalışmıştı. Malını isteyen basit bir adamdı o an için. İçinde kilo kilo un olan malı... Onun çanta için geldiğine inanmam gerekiyordu. Ve öyle de davranıyordu. Korkup ,panikleyip akıllıca hareket edemeyeceğimi biliyordu. Aslında her adımı düşünmüş müydü? O yüzden kolumu kavrayışı beni evin içinde hırpalayışı çok hızlıydı. Benim için değil bunu kendi için yapmıştı, eğer yapmasaydı kendi kendini ele verecekti. O sırada hırpalarken gözleri hep aynı baktı, kararlı ve güçlü. Beni korkutuyor, sindiriyordu. Çünkü öyle hissetmeni istiyor dedi kafamdaki bir ses. Gaipten seslerle irkildim. Ardında sakladığı özlemi de görmemeliydim. Bana bomboş bakmıştı. Ona direnecek kadar dişli olduğumu biliyordu bu yüzden de bana tecavüz etmekle tehdit etmişti. Ama neden ,bu yolu seçsin!? Beni onunla sevişmeye zorlarken sadece bana bak demişti. Beni onun gözlerinde kalmaya ikna etmeye çalışıyordu.

Dudaklarımın tadını merak ettiğini söylemişti. O gerçek Alaz'dı. Beni öpmek istemişti. "Korkma, devam etmeyeceğim. Sadece hareketsizce kal." Sesi kulaklarımda sert bir yankı ve uğuldamayla çınladı. Neden? Ve o sözlerden sonra gelen meydan okumam, onun geçmişimize , acılarımıza olan hisleri yüzünden yıkılan duvarları, neden diye soruyor bana.

"İRİS..." Sert bir gürültünün ardında kulağıma ulaşan sesiyle yerimden sıçradım. Nefesimi tuttuğumu o an fark ettim. Gözlerim kurumuş, aynı noktaya donup kalmaktan sızlıyorlardı. Ellerimle gözlerimi ovuşturup yutkundum . Ardından ayağa kalkarak başımda dikilen Arina'ya baktım." Gidiyor muyuz?" dedim. "Yemeğim bitti , adamın parasını bile ödedim. gidiyoruz." Karşılığını verdi. Arabaya kadar ikimizde hiç konuşmadık. Koltuğa sırtımın yaslarken "Eve mi gidiyoruz?" Diye sordu. Arabanın motorunun sesi onun sesinden daha gür çıkıyordu sanki. Sadece sessizce başımı salladım. "Güzel, bana da uyuyacak birini bulmak için zaman kalıyor." diyerek bileğindeki saate baktı. Gözlerimi candan görünen yoldan çekip "Neden uyumak için birine ihtiyaç duyuyorsun ki?" diye sordum. Fakat sonra bunu sorduğuma pişman oldum . Çünkü kendisine soru sorulmasını sevmiyordu. Ve sadece istediğinde anlatıyordu. Yutkunduydum bir kez daha. Eğer cevap verirse bu konuşma kafamdaki kaosun sesini biraz bastıracak gibi hissediyorum. En azından biraz dağıtacaktı. "Alışkanlık" sesinde çok ince bir buğu vardı. Bu cümlenin devamı gelecek miydi? Belli ki evet... "Geldiğim yerde kalabalık kamplarda kalırdık. Yer kısıtlı gibi herkes yan yana hatta koyun koyuna yatardı. Sürekli ensende bir nefesle uyurdun yani. Tıpkı ortaçağın siyahi köleleri gibi. Sırt sırta yada sadece sırtlarımız dönük yatılırdık. Hiç kıpırdamadan uyurduk. Bir tek uyurken güvende hissedersin orada. Çünkü herkes aynıydı. Oradan çıkmış olmam oranın da benden çıktığını göstermez? Hala ensemde bir nefes arıyorum. Güvende hissettiriyor. Amaçsızca ama arıyorum." Kaşlarımı çatmış şaşkınlıkla onu dinliyorum. Birincisi şuan anlattıkları gerçek mi? İkincisi bu nasıl bir hayat ve bu hayatı kim çocuğuna yaşatır? Belki elinde fırsatı olsaydı babam bana bunu seve seve yapardı. Ama onun babası anladığım kadarıyla öyle bir adam değildi. Benim bunları sorgulamamda ne kadar doğru orası da tartışılır. "Ondan herkesin düşündüğünden daha fazlası var. Ve ben onun acılarını dinlemek istemediğimi fark ettim. Çünkü bende onunkiler için de yer yok. En azından bu gün yada bu geceliğine...


Amaçsızca ama arıyorum... Bakınca fark ediyor insan. Arina parçalara ayrılmış, sonrada tekrar yapıştırılmış, ama çok iyi tutmamış ,büyümeye zorlanmış bir çocuk hala? Yanında bir nefese ihtiyaç duyuyor, hep arkasını kolluyor, hep kendini korumaya odaklı, savaşmaya odaklı yaşıyor hayatı. Kendini buna mecbur hissediyor olmalı! Bu çok üzücü. " Peki ya , Ashan? O da sadece uyumak için miydi?" dedim onun ve benim kafamdaki sis bulutlarını dağıtmak için. Kısık yetersiz bir kahkaha attı. Onu bu gün ikinci kez gülerken görüyorum, üstelik bu sefer biraz daha sesli. "Hayır, sadece sex içindi." Diyerek göz kırptı. "Onu kullandın yani?" bu sefer yüzünden yalandan , yetersiz gülüşü takınan bendim. Dudak büzerek konuştu. Sesi çok alaylı gibiydi. " Daha çok o beni kullandı diyebiliriz. Pozisyon anlamında yani. hayatın bir kısmı çok hareketli geçti iris, hala da aynı tempoda geçiyor ve sana yemin ederim hiç bu kadar sert sikilmemiştim." Kendimi tutamayıp sert bir kahkaha attım. Çok açık sözlü bir kızdır . Düz mantık olanı, kıvırmadan söylüyordu. "Sana biraz öfkeli gibi." Diyerek net bir imada bulundum. Başını salladı usulca. O biraz önceki yumuşak karnı taş kesilmişti. Yine duvarlarının arkasına saklamıştı. "Dediğim gibi sadece seviştik. O buna fazla anlam yüklemiş olabilir. Onun duyguları onu bağlar, beni ilgilendirmez!" Sesi buz gibi çıkmıştı ağzından . Çok net ve katıydı. Ashan'ın ona olan duygularının daha baskın olduğunu anlamıştı zaten . Belli ki o buna Arina'nın dediği gibi fazla anlam yüklemişti. Ve tek seferlik bir şeyde yaşamamışlardı. Arina bu hayatı tek tabanca yaşamaya karar vermiş. Yarasına merhem süren herkes zehirli sanıyor, saldırıyordu. Ashan , senin adına üzüldüm. Çünkü bu kız çok sağlam bir kaya, o da yanlış kayaya çiviyi çakmıştı. Gözlerimi yüzünden çekip dışarı döndüm yine. Nitekim oda bana bakmıyordu. Yolu izliyordu. Arabayı evin önüne gelene kadar durmadan sürdü. Hiç konuşmadan ... Araba evin önünde bahçe kapsından içeri girip durduğunda kemerimi çözerek elimi kapıya uzattım. O sırada bileğimin biraz üzerinden kolumu yakaladı. Gözlerim önce eline sonra yüzüne döndü. "Sana anlattıkları iyi düşün. Bir cevaba ulaşacağına eminim. " dedi. Kolumu elinden yavaşça çektim. Ona cevap vermek istemedim , çünkü kafam çok kalabalıktı. Kapıya açarak aşağı indim, kapatmadan önce Arina dönerek gülümsedim. Çünkü biliyorum, birinin ona gülümseyerek bakmasına ihtiyacı var. Bunu söylemesine gerekte yok. "Sağ ol, her şey için." Gözlerini kırpıştırarak yüzüme baktı, dudakları seğirir gibi oldu. Gülümsemeyi oda istiyor ama bunu bilerek de yapmak istemiyor, üzerine olmayan bir gömlek gibi onu giymekte istemiyordu... Başını sallayarak gözlerini kaçırdı. Kapıyı kapattım ve yanıma gelen korumayla beraber eve kadar yürüdüm. Kapıyı benim yerime açarak geçmem için yana çekildi. O sıra da Arina'nın arabası tekerlek seslerinin çıkardığı hışırtıyla evden uzaklaşmaya başladı.


Evin içi karanlıktı. Sadece duvarlardaki küçük lambalar yanıyordu. Alaz henüz gelmemiş, evde çamaşır suyu ve çiçek kokusu vardı. Temizlik konusu burnumu doldurdu. Anlaşılan evi biri temizlemişti. Doğrusu hayatım boyunca hiç böyle bir lüksüm olmadı. Tuhaf ama inanılmaz konforlu bir şeymiş. Tek bir sorun var. Eve benim değil, dolasıyla bu konfor da benim değil. Kapının yanındaki anahtara dokunup ışıkları açtım. Sadece geniş giriş ve salon aydınlanmıştı. Böyle daha iyi... Karanlığın boğuculuğu beni daraltıyor. Adımlarım merdiveni buldu ve yavaş adımlara basamakları çıktım. Burası aşağıdan daha aydınlıktı. Doğruca yatağa odasına gittim. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Sanki tüm kemiklerim kırılıp tekrar etimin arasına sokmuşlar. Işıkları açıp kendimi doğruca yatağın üzerine attım. Yumuşak örtülerle bulaşan sırtım ve havayla dolan ciğerlerimden bir rahatlama yayıldı. Gözlerimi tavana dikip düşünmeden edemedim. Bilmediğim neler var? Neler?

Kafamda bir liste yapmaya mı kalksam acaba yada bir kağıt alıp hepsini yazsam mı? Alaz benden daha neler neler saklıyorsun? Yataktan doğruldum. Odadaki elbise dolabına doğru yürüdüm. Her yer inanılmaz düzenliydi. Üzerimdeki kıyafetlerin hepsini çıkartıp kirli sepetine attım. Sanki üzerindeki her şey ile yorgunluğum artmıştı. İç çamaşırlarımı çıkarmadan çekmecelerin arasında giyecek bir şeyler aradım. Normal de yerini bildiğim şeylerin şuan bulamıyorum . Hiçbir şey yerinde değil sanki. "Nerde lanet pijamalar!" Elimin tersiyle son açtığım çekmeceyi de sertçe itti. Göğsüm daralmıştı sıkılmış ve öfkeliydim. Düşünmekten artık başım çatlayacak durumdaydım. Üstelik her hangi bir cevabımda yok! "Üstteki dolap, ikinci bölme." Alaz'ın sesiyle irkilerek çığlık attım. Sessiz ,hayalet vâri hareketleri beni ürkütüyordu. "Ödümü kopardın!" diyerek elimi hızla atan kalbimin üzerine koymuştum. Sigarasından hiç bozuntuya vermeden derin bir nefes aldı ve dumanı dışarı üfledi. Bir insan hiç mi bir şeyi umursamaz. "Geldiğini duymadım." Dedim sesimin tavırlı çıkmaması için özen göstererek . Aklımdaki yığınlarca soruyla, ona duymadığım güvenle ve şimdi daha şiddetli bir şekilde aklımın içinde dönen şüpheyle bu çok zor oldu!

Hala yerde oturuyorum ,çekmecelerin hemen önünde. Üzerindeki elbiseler çamurlanmış kirlenmişti. Saçları bize ıslak biraz da çamurlu. Sigarayı iki dudağının arasından çekip göleğinin düğmelerini tek eliyle açmaya başladı. "Uyuyorsundur diye ayakkabılarımı çıkarmıştım." Bakışlarım ayaklarına kaymıştı istemsizce. Çoraplarına kadar çıkarmış. Yanaklarının seğirdiğini gülümsemek istediğimi fark ettim. Ama bunu yapmama. Çok yorgunum ve içimde bir yer bana sürekli yalan söylediği için ona bunu bahsetmemem gerektiğini söylüyor. Sigarasını dudaklarının arasına alarak üzerinde gömleği çıkartıp yere attı. Tam olarak ayaklarının ucundaydı ve bana tepeden bakıyordu. "Yerde oturmaya devam mı edeceksin." Diyerek sigarasından aldığı nefesi üfleyerek boştaki elini yavaşça uzattı ve tutmamamı bekledi. Parmaklarım sıcak tenin üzerinde kayarken elini kavrayarak yerden kalktım. "Neden uyumadın daha?" Gözlerimi gözlerinden kaçırmamak için kendimi kamçılıyordum. Suratına doğru öfkeyle bağırıp onu geriye itmek istiyorum. Ben daha başka neler saklıyorsun demeli ve tüm hıncımı almalıyım. Bana kısık orman yeşilleriyle bakıyor, şüpheciydi de bakışları. Gözleri vücudu da gezinip tekrar yüzümü buldu. Bakışlarının bacaklarıma kadar beni ürperttiğini hissettim. Hatta parmak uçlarım karıncalanıyordu... "Uyku tutmadı." diyerek sorunu yanıtladım. Kaşlarını kaldırarak sigaranın ince dumanını içine çekti çok sert bir nefes almıştı. "Hımm beni beklemedin yani?" Dedi dumanı havaya bırakırken.. Sesinin bu kadar boğuk ve inatla erotizm içermesi sinirlerimi bozuyor. Şuan nefes aldığım hava da bu kadar duman olması da öyle. Ne yapmaya çalıyor aklımı çelmeye mi? Başarmak üzere... "Hayır, beklemedim." Doğruyu söylüyorum , çünkü onu beklemedim. Eve gireli yirmi dakikayı bulmamıştı. O da bunu biliyordu. Aslında her şeyi biliyordu. Babama gittiğimi ,Arina'nın sahildeki yemeğini, beni eve ne zaman bıraktığını, her şeyden haberi vardı. Sadece kelimelerle oynuyordu. Dolaylı yollarla benimle... Elimi tutan eli parmaklarımdan uzaklaşarak karnımın üzerine yerleşti. Üzerime doğru büyük bir adım attı. Geriye doğru kaçmadım. Tam karşısında durdum, "Kızgın mısın hala bana?" Sesi bütün vücuduma yayılan bir uyuşturucu gibiydi. Benimle geçiriyordu. Kanıma işliyor, kafamın içini darma dağın ediyordu. Yutkunarak gözleri mi dudaklarından uzak tutmaya çalıştım. Bu çok zordu. Onu öpmeyi istemem , bunu şuan bu kadar arzulamam normal değil. Buna bilerek hissettiriyor bana. Beni manipüle ediyor. " Gözünü aç... " Arina'nın sesi kulaklarımda yankılandı. "Alaz gibi bir adam, ne yaşadığını bilen bir adam bunu neden yapsın?" Ve kafamın içindeki sesler ona destek çıktı. Arina belki Alaz'a o kadar da sadık değildir! Belki de onu önemsediğimi düşündüğü için bunu yaptı, yada onun da anlatmak istediği gibi kendince bir çıkarı vardı... Alaz'ın şuan yaptığı gibi. Çıkarlarını kolluyordu, karşısındaki ben dahi olsam. Beni tahrik edip aslında dilimin ucundaki sorulardan kaçmak için! Yemezler!

GECE KARANLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin