Kollarını bedenimden uzaklaştırıp bir kaç adım geriye çekildiğinde bu kez aramızdan buzdan duvarlar ören oydu. Ve onun duvarlarıda benimkiler gibi değildi. Dışardan parlak , ihtişamlıydılar. Fakat içleri kanlı kabuk bağlamayan yaralar ile kaplıydı. Kanıyorlardı. O yaraları görüyorum ama hala dokunmama izin verecek kadar güvenmiyor bana. Tıpkı benim ona güvenmediğim gibi...
"Peki öyle olmazsa..." dedim dudaklarım sözlerimle kururken. Yutkunarak devam ettim. "Ya birbirimizi yaralamak dışında hiçbir şey yapmazsak. O zaman ne olcak." Gözlerime çok uzun bir an o donuk ve boş bakışlarıyla baktı. Arkasını döndü ve çekmeceden siyah mat renkli bir kıravat çıkardı. Yanıma gelirken onu boynunun etrafından geçirmiş yakasını havaya kaldırmıştı. Biraz önce onu ittiğim koltuğun üzerine otururken eliyle kravatı gösterdi. "Bağla." Dedi ona sorduğum soruyu es geçerek. Kaşlarımı kattım ve ona doğru hızlı üç sert adımda yürüdüm. Kıravatı iki uçundan kavradığımda bedenine üstten bakıyordum . "Bana bir şey olmaz." Dedi. Sesi o kadar hastalıklı ve soğuk çıkmıştı ki ellerimin arasında bağlamaya çalıştığım kıravat yavaşça aşağı kaydı.
Gözlerinde keskin ,asla vazgeçmeyeceğini gösteren bir inatçılık vardı. "Bir yara daha alırım. Ama bu sefer o yara yüreğimde açılır. Ve kaybettiğim , ruhum olur. Dert değil. Bu ilk kaybedişim olmaz. Ve ne yazık ki kaybederken tek başıma etmem. Ben ölürsem sen de ölürsün. Ya benimle, yada benimle... başka seçebeğin yok."
Aramıza saniyeler içinde ördüğü o duvarlar büyüdü. Büyüdü ve geçilmesi imkansız bir buz dağına döndü. Ondan uzaklaştım ve canımı ne kadar yaktığını görmesini istemediğim . Bu yüzden sırtımı dönerken sesiz kaldım. Bir kaç dakika sonra yanımdan geçtiğinde kıravatını bağlamıştı.
Tam karşımda durdu. "Eski evi ne gitmek ister misin?" Öfkeliydim. Hatta fazlasıyla sinirli fakat ona bağırmanın ve de isyan etmemin faydasız olduğunu çok önceleri anlamıştım zaten. Bu yüzden kırgın yönümü susturarak, yumruklarımı sıktım. "Tuhaf davranıyorsun?" Dedim sesimin keskin çıkmasına engel olamayarak. "Neden?" Karlığını verdi. Ve ardından hiç durmadan devam etti. "Evine gitmek istemiyor muydun?" Ona inanamayan bakışlarla bakarken dudaklarım hayretle aralandı. "İstiyordum. Sen beni buraya kapatmak için bu kadar çabalamamışken. O ev artık sıcak değil, duvarları gün açtığında ayakta kalmak için bir günün daha var İris demiyor. Penceremi açtığımda gördüğüm o kimsesiz insanlardan bile daha zavallı durumdayım. Geçmişimden bir parça yok orada. Herşeyi kaybettim. En başından beri kimsesizdim orada ki insanlar için. Beni oraya göndermek isteyerek ne yapıyorsun!"
"Seni mutlu etmeye çalışıyorum."
"Böyle mi , bir sevip bir hırpalayarak mı!" Kaşlarını çattı ve belimi ani, sert bir şekilde kavrayarak sırtımı yan tarafımdaki kapıya yasladı. Gülümsedi yavaşça, kahretsin ki yüzünde o gülüş o kadar derin ,çekiciydi ki göğsüme giren sancılar sadece ona dokunmak istemem ve de dokunamamam ile alakalıydı. "Seni mutlu edecek çok daha ateşli yollar biliyorum." Sözcükleri bittiği dudaklarıma sert bir buse bırakıp anlıma anlını yasladı. "Fakat yetişmem gereken bir cenaze var."
Bedenimi bırakıp avuç içimi kavradığında biraz önce ki ateşli sözcüğüne tepki verecek halim kalmadı. O kadar dengesizdi ki, yoruluyorum. Onunla olduğum her an yoruluyorum. Yüzümü avuç içlerine aldığında "uslu bir kız ol. Ben gelinceye kadar..." dedi. O gözlerimin içine öylece bakarken içerde kaybolan iris yavaşca konuştu. Aç gözlerini... etrafında olanları gör... diyordu. Ne gördüğümü artık bilmiyorum bu yüzden sadece karşımda gördüğüm yanardağın patlayışını sordum. Neden patladığını yada nasıl patladığını...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE KARANLIĞI
ChickLitMavi gözlerim yeşil gözlerine kenetlendiğinde orada az olsa bir duygu kırıntısı görmeyi umdum ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir duygu barındırmıyordu Orman yeşili gözleri... Cehennemi andırıyordu... Beni yakmaya ant içmiş cehennemi... 19.12.2016 tarihin...