Titreyen soluklarım dolu bir yağmur bulut gibi griye bulamadığında siyah bir sis saç diplerinden ayak parmaklarına kadar indi. Yavaş yavaş yayılan kirli ve pas kokan kan gibiydi hissettirdiği acı. Kan, kırmızı olur. Tuzlu , acı ve paslı bir tadı vardı. Bu kan simsiyah. Tadı tuzlu değil. Paslı fakat zararsız değil. Kirli bir zehrin ölümcül dokunuşu kadar soğuk. Hissediyorum, tenimde nemli bir rüzgarla kayarken şimdi anımsadığım tüm bölük pörcük kötü hatıralar hep olduğu gibi acı veriyor. Fakat bu sefer, çok daha şiddetli. Daha sert, keskin, kirli, soğuktu...
Şimdi, geriye düşüyor ve düşünüyorum. İhtiyaç duyduğum, titrek bir nefes, zorlu fakat ihtiyaç duyulan bir iç çekişti. Toparlanmalı ve kendimi dik bir buz dağı gibi ulaşılmaz göstermeliyim. Zamanın durduğu, saliselerin ağır bir tokat gibi yüzüme çarptığı bir an sıska bedenimi titreten soğuk havayı umursamayın derin derin soludum. Ciğerlerim göğsümü havayla şişirir, kirpiklerim bir anlığına da olsa gözlerimin üzerine gölge olurken aklım gücünü yitirirmiş gibi, sönükleşiyordu. Düşünemiyorum! Hareket edemiyorum fakat hislerim artık hep yaptığını yapmıyor. Bedenimi kontrol etmiyor. Soğuk, kirpik köklerimi ince bir kırağıyla kuşattığında , parlak irislerinin sardığı gözbebeklerim titretiyordu. Soğuk değil bunu yapan, biliyorum. Uzun zamandır hissetmediğim keskin bir sancı sol yanımı küt parmaklarının altında eziyor , mantar tutmuş yeşilinde tırnaklarının uçuyla küçük kesikler atıyordu. Yutkunmama çalıştıfidığımda olmadı. Bir yumru boğazımdan aşağı kayarak tam nefesimin firar ettiği yerde bitti. Kirli bir su boğazımın içine dolarken safran gibi acı bir tat dilimin uçumda geziniyordu.Yutkunamıyorum, konuşamıyorum, hareket edemiyorum! Kendimi iplere sıkı sıkı bağlanmış ve kaçacak yeri olmayan bir köle gibi hissediyorum. Tek fark bilek ve bedenimi saran kalın ipler sadece benim hayallerimin evlatlarıydı. Boğazımdaki keskin ve bir o kadar da acı yumru geçmek bilmiyordu. Bir yanım rahatlamak , tehlikenin olmadığını haykırmak isterken kendimi durmadan tutmam için haykıran yanım, bunu engel oldu. Çünkü öğrendim. Güvenmemeyi, bazen ailenin bile senden vaz geçebileceğini anladım. En çokta hayata güvenmemeyi çok, çok önceleri öğrendim. Bu gece karanlığının bir oyunu olabilirdi. Siyah toz tanelerinin kuşattığı gökyüzü benimle tarafsız ve adil olmayan bir oyun oynuyorda olabilir. Yada berbat bir kabus görüyordum. Uyunmalıyım fakat kabus olamayacak kadar gerçekti. Gözlerimi yumdum ve kirpiklerimi kenetledim. Gücümü toplayarak, derin bir nefes aldığımda elimdeki oklavayı daha sıkı kavradım, kahretsin, dizlerim titriyor! Fakat yine de yılmayıp dik durmak için tüm gücümü kullanıyordum. "Tehlike yok, sandığın gibi değil." diye fısıldadım kısık bir sesle. Maviliklerimi, karanlıkltan kurtarmamla kirpiklerim aralandı. Gözlerimin ince pınarlarına biriken soğuk, ince bir su damlasını irislerimin üzerine yaydı. Kirpiklerimi kıpıştırarak kaşlarımı çattım. Net görmeye başladığımda , kendimi biraz daha iyi hissetmem işten bile değildi. Aslında şimdi , şuan iyi olmak imkansız gibi duruyordu...
Karşımda otuzlarında, iri kıyım bir adam vardı. Gece karanlığı ile ne kadar da ürkütücüydü. Karanlık onu kabullenmiş gibiydi. Bunu duruşundan anlamıştım. Kendinden emin, güçlü. Sert bir duruşlu , gergin omuzluydu. Geriye doğru bir adım atarak gözlerimi kıstığında göğü saran karanlık simsiyah bir girdap gibi gözbebeklerine ilişti. Ardında mavinin en koyu ve açık tonun üstlenen irislerime... Adım sesleri duydum bir anlığına. Ince bir topuklunun soluk beton zeminde bıraktığı sarsak adımlar. Koyu gölgelerin içindeki rutubet kokulu bir koridor ve duvara sürtünen narin küçük bir el. Benim elim... Benim adımlarım... Ve o kirli koridor...
Tüm kaosun ardından ruhum çığılık çığlığa bir feryatla dirildi ve irkilerek gözlerimi kırpıştırdı. Ilk kez bir adamın gölgesi geçmişi kısa da olsa geri getirdi. Ve ilk kez canım geçmişteki gibi ölesiye yandı. Daldığım düşüncelerin içinden bir el bir parçası yanmış bir mektup uzattı bana. Merak ederek açtım. Ve aklım aç bir kurt gibi haykırdı. Bu adam,
çarptığım adam değil! Belki de bu rahatlamam için geçerli bir sebebti. Fakat güvensizlik yine yakamı bırakmamıştı. Tüm bedenim istekle derin bir rahatlamak istesede , kendime hakim oldum. Sinirli yüz ifademi zorda olsa düzeltmeye çalışırken soğuktan neredeyse gözyaşı donacak olan gözlerim, karşımdaki benden oldukça uzun boylu adamın üzerinde gezindi. Gerçekten çok uzun! Tahminen 1.95 olmalıydı. Karanlığa rağmen inatla kendini belli eden çimen yeşili gözleri vardı. Bir erkeğe göre kirpikleri fazlasıyla uzundu . Dolgun, hafif kırmızı dudakları insanın dikkatini dağıtacak kadar kışkırtıcıydı. Çıkık elmacık kemikleri ile sert yüz hatları daha da sertleşmişti. Erkeksi bir simaya sahipti. Kirli sakalları onda kötü durmamıştı. Bir serseri gibi değil, güçlü biri olarak göstermişti. Kudretli duruşu yutkunmama sebeb olduğunda bacaklarım geriye kaçmak için aklıma ve bedenime dizleri üzerinde yalvarıyordu. Parlak irislerim göz altlarından biraz daha aşağı inerken biçimli burnu gözlerimin önüne serilmişti. Yüzüne göre keskin bir burnu vardı. Koyu, siyah saçları, gecenin karanlığına meydan okurcasına, bana el sallayarak, avuç içlerimi sızlattı. Simsiyah saçları var gibi aslında fakat biliyorum, en küçük bir ışık hüznesiyle saçları koyu kahveye dönüşürdü. Peri masalları gibi; gece başka , gündüz başka. Sanki gün doğduğunda yeni açan bir çiçeğin yapraklarıyla açılacak saçları. Gün battığında ve gece ışığı yok ettiğinde karanlığın en kuytu yerinden beliren gölgeler üzerine üşüşecek. Siyah ve koyu kahve... Aydınlık ve karanlık gibi... Karanlığın gücünden değil , gecenin kendi gibi simsiyah...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE KARANLIĞI
ChickLitMavi gözlerim yeşil gözlerine kenetlendiğinde orada az olsa bir duygu kırıntısı görmeyi umdum ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir duygu barındırmıyordu Orman yeşili gözleri... Cehennemi andırıyordu... Beni yakmaya ant içmiş cehennemi... 19.12.2016 tarihin...