Bazı adamlar vardır. Gözleri toprak gibi bakar. Her baktığında içindeki tüm duygular toprağın altında boğulacakmış gibi titrer. Sonra hissedersin ama hissettiğin yitirdiğin duyguların kendisi değil, onlardan arta kalan enkazın yıkık dökük külleridir. Babam gibi bakan adamlardır bu adamlar. Gözlerini hatırlıyorum. Her istediğimi geri çevirirken benim O'ndan tek dileğim, sadece bir tutam özğürlüktü. Sevgi değil, sevgiyi unutalı çok olmuştu o zamanlar. Hoş şimde öyleydi. O ahşap evin içindeki kırılmaz cam fanus her çırpınışımda parlak yüzeyini kalınlaştırdı, kalınlaştırdı ve ben onun sevgisizliğin iğrenç güvensizliğiyle o cam duvarların arasına sıkıştım. Nefessiz kaldım. Bir annem bir babam olmasına rağmen kimsesiz kaldım. Kaçtım , savaşmayı bırakmadım ama ödediğim bedel tüm acıların getirdiği kederden daha ağırdı. Bedenimi kaybettim. Kalbimi, en çok ta ruhumu... Ve geriye döndüğümde bir hiçtim toprak gözlü adamın içinde...
Sadece bir hiç...
Sonra , bazı adamlar vardır, ateş gibi bakar. Kirpiklerinin her oynayışı canını öyle bir ateşe verir ki, derinin üzerindeki alevlerin çızırtısı kulaklarını doldurmaktan asla çekinmez. Yandığını bilirsin, tenin çürüyerek koktuğunu bilirsin. Bu adam... Öyle bakıyor. Ateş gibi... Çürük etin bayatlığı kadar ürpertici ve korkunçtu. Öyle bir bakıyor ki, dizlerimlerim titriyor. Babam gibi değil yada hayatırlayamadığım o adam gibi değil. Hepsinden herşeyden daha korkunç!
Sahip olduğu çantanın içindeki zehire yaptıklarım onun kulağı ulaştığında işte tam da böyle bakıyordu. Ateş gibi, ölüm gibi... Bakışlarından öyle çok duygu dönüyordu ki, nefesim ciğerlerimde tıkandı. Yutkunamayacak kadar çok sert bir yumruk dilimin üzerinde kayarak boğazımın en derinlerine kuruldu. Derimi yırtarcasına paslı çivilerini içimin duvarlarına batırırken gözbeklerim titreyen birer çekirdeğe benziyordu. Sanki her an çatlayacaklardı. Nefeslerim odada yankılandığında dizlerim titreyerek sırtımı biraz daha duvara bastırdım. Kalbim yine bedenimi unuttu. Yeşil gözleri koyulaştığında yüzünü karanlık bir ifade sardı. Gölgeler üşüştü, yeşillerine. Koyu yeşil gibi duran gözleri sanki simsiyah oldu. Siyah yeşili kara pençeleriyle delmiş, unufak etmişti. Ve yeşil geceyi üzerinde çaresizce taşırken boynu bükük bir yetimden farksızdı. Öyle görünüyordu aslında. Siyahın yeşile ödettiği bedel gibi, O'da karanlığı üzerinde altın bir pelerin gibi taşıyordu. Dizlerim bedenimi çok ağır bulduklarında sırtım duvarın üzerinden kayarak yere çöktü. Fakat bu çok kısa sürdü Soluğumun ciğerlerime dolması ve gökyüzüne tekrar karışmasının sürdüğü saniyeler kadar kısa fakat aksi kadar rahatsız ve acı vericiydi. "Kahretsin!" Diyerek tısladığını duydum önce, ardından da kollarımdan bedenimi kavrayan eller hissettim. Parmaklarını derimin içine dikenli bir tel gibi hem acı vericiydi, hem de korkutucu...
Kesik kesik odadaki havayı solumak ciğerlerimi yakarken, nefes aldığımı hiç hissedemiyordum. Bedenim bir avuç nefes için çırpınıyordu fakat korku o kadar baskın ki hissetmek şöyle dursun, boğuluyorum. Sanki onun karşısında , onun soluğu havayı solumak boşunaydı. Boşuna çabalıyordum. Ciğerlerim havayı kabul etmiyordu. Kirpiklerim üzerindeki baskıyı kaldıramazken yavaş yavaş kapandılar. Ve kirpik köklerim sızım sızım sızladığı sıra da soğuk nefesi ciğerlerinden yüzümü buldu. "Bunu nasıl yaparsın!" Kükreyerek kollarından tüm bedenimi hiddetle sarstığında çok önceleri hissettiğim korkunun şimdikiyle kıyaslanamayacağını anladım. Beni öldürebilirdi, bunu zaten dile getirmişti. Sonuç çok aşikârdı. Öyle ki görünüşü, bakışları, sesi, Azrail'i andırıyordu. Belki kanlı birer kanadı yok, yada gözlerinden gerçekten ateş fışkırmıyor, fakat şimdi gözlerimin karşısındaki , adını bile bilmediğim bu adam bana bir iblisi bile korkutacakmış gibi geliyordu. Dudaklarım acizce aralandı ve dişlerim hiç görmesem de etli alt dudağımı iki yanına kıstırdı. Nefes almalıydım. Fakat hala nefes alamıyordum. Sanki bir el boğazıma sarılmış, soluğumu kesiyor. Kirpiklerim yılgınlıkla çökerek bir birlerine mühürlenmişcesine birleştiler. Kalbimin sesini zihnimde , tenimin her bir karesinde hissediyorum. Bedenimde yankılanan atışların her biri tüylerimi diken diken ediyordu. Öte yandan solgun yüreğimin her atışı bedenimden uzaklaşmış, kopmuş gibiydi. Ruhumdaki korku hızla ateşlenen alevlerini bedenime salmıştı. Yanıyordum. Her bir milimim, bedenim her bir karesi önce alev alıyor sonra yanıyordu. Kül olmama çok az kalmıştı ve son demlerimi yaşadığıma hiç şüphem yoktu. "Gözlerini aç lanet olasıca!" dedi öfkenin taze kokusuna ev sahipliği yapan sesiyle. Öfkesi o kadar yakıcı ve yıkıcıydı ki , korkumun sınırları olmadığını haykırıyordu. Tanımadığım, adını bilmediğim bu adama istemeden de olsa bulaşmıştım. Derin bir nefes aldım sonunda aralık dudaklarımdan. Ciğerlerim oksijenin acı tadıyla yandıklarında kalbim kulaklarım da atıyordu. Oda da bir koku vardı. Bela kokusu.Tehlike kokusu. Bu koku onun kokusuydu. Gecenin karanlığındaki adamının kokusu... Ve ben bu belalı kokuyu tenime kendi ellerimle bulaştırmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE KARANLIĞI
ChickLitMavi gözlerim yeşil gözlerine kenetlendiğinde orada az olsa bir duygu kırıntısı görmeyi umdum ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir duygu barındırmıyordu Orman yeşili gözleri... Cehennemi andırıyordu... Beni yakmaya ant içmiş cehennemi... 19.12.2016 tarihin...