11.BÖLÜM: "KÜF UYKUSU"

13.2K 477 157
                                    

Bir ateş yaktı şimdi burda, öyle bir ateş ki söndüremiyorum.  Yüreğimin tam ortasında ne var sa içine çekiyor. Yakıyor , yıkıyor... Ve o tam karşımda bir Azrail'in asaletiyle dikiliyor.  Elinde şeytanın ateşiyle yakıyor her yeri. Herşeyimi; en  acısı da ben yanacağını bile bile ateşe yürüyorum... Ateş yakacağımı bile bile bana...

•••

"Sana acı veriyorum. Değil mi? Canını yakıyorum!" Basit bir bağrış değil bu... Sert bir çıkışma yada sakince yapılmış bir uyarının sert sözleri değil. Bir kükreyiş tüm ahşap evi duvarlarını sararken ayaklarımın uyuştuğunu ve titrediğini hissettim. Korku bedenimi öyle hızlı kuşattı ki o an gözlerim kör oldu. Dilim lâl... Sadece kulaklarım onun sesini duyuyordu. Ellerime baktım. Küçük, bundan çok uzun zaman önce ki gibi... Çocukluğumdaki gibi... Sonra ayaklarıma baktım. Toz pembe parlak ayakkabılar vardı ayaklarımda. Dizlerimi kendime çektim saçlarımdan kopan bir tutan dolu dolu olan gözlerimin önüne düşerken soluğum onu geriye itti. Canı yanandan çok canı yakılan bir acının kasfeti her tarafımdaydı. Bir çığlık duydum kulaklarımı kapatırken, sonra dilimi kesen o acı ciğerlerimi felç etti. Karanlığın içine düştüm. Gözlerimi kapattım ve içimden saydıkladım... "Uyursam geçer. Uyursam geçer..." O sıra da dudaklarımın üzerine büyük bir el kapandı. O görmeyen gözlerim ileride bir gölge gördü. Kulaklarıma kapattığım ellerimi derimi çize çize geçen o kopuk fısıltılar doldurdu. Bir koridora düştüm. Ardımdaki adamın sesi anlaşılmaz fısıltıları aklımı kuşatıyor... Bedenimi geriye çektiğini hissettim. Sonra tam karşımda kendimi gördüm. Uzun sarı saçları siyaha dönen bir et yığını gibiydim. Ellerimi ona uzatmak istedim. Karanlığa çekilmeden önce , ona dokunmak, yeniden nefes almak istedim... Yapamadım...

Katilimin bedenimi yatırdığı küf uykusu ve pislik kokan nefesi saçlarıma akarken bir elini başımın üzerine koydu ve konuştu.

"Ben'den kaçamazsın... Ben burdayım..."

Nefes nefes olduğum yerden irkilerek doğruldum. Aldığım hiçbir soluk yetmedi, yetmeyecek gibi... Kendimi soluksuz kalmış gibi değil sanki boğulmuş ve ölmüş gibi hissediyorum. Kendi kabuslarımın içinde sıkışan göğsüm titriyor. Çünkü canım yanıyor. Karanlıkta kaybettiklerim neden şimdi bu kadar keskin... Alaz canımı yaktığı için mi? Yaralı olduğum için mi, acı çekmeye artık dayanamadığım için mi? Kimi kandırıyorum ki, daha küçük bir kızken bile şu dünyada yüreğimi sızlatan tek bir şey vardı. Yanlız olmak... En çok canımı o yakar sanırdım. Sonra farkettim ki bir hayvanın kullandığı bir çöpken tüm acılar daha beter. Hayat daha acımasız. Ve ben artık yüreğimin içinde iki sızı taşımamaya başladım. Yanlızlığım ve yaralarım...

Ağrıyan bileklerime rağmen parmaklarımı yüzümün etrafında gezdirdim. Islanan tenim terden değil kabus görürken ağladığım içindi. İçinde kaybolduğum yatağın dağınık hali çırpınmış olmamdı sanırım. Emin değilim doğrusu. Ve çokta umurumda değil. Bakışlarımı yan tarafıma kaydı. Dün söylediği sözlerinin her bir kulaklarımda çınlarken odada tek başıma olduğumu fark ettim. En son onun sözlerinden sonra sessiz kalmaktan başka bir şey yapamadım. Ona söyleyebilirdim ki? Sözleri net ve keskindi. Öte yandan her sözünün arkasında duruyor , dediği herşeyi yapıyordu.  Ona ne söylersem söyleyim sonuç değişmeyecekti. Bu çırpınmayacağım anlamına gelmiyor. Onun her baskısın da  gitmek istediğimi söyleyeceğim.  Bu doğru değil.  Beni böyle bir hayvan gibi istediği yere kapatamaz. Buna izin veremem, kaybedeceğimi biliyorum ama yine de izin veremem...

Alaz oda da değildi. Büyük bir ihtimalle aşağı inmiş. Odanın içine de gezdirdiğim gözlerimi; içerisi hala karanlıktı. Sadece artık beni çokta rahatsız etmiyordu. Sanırım şuan bir ışık hüzmesi görsem çok daha fazla canım yanardı. Odanın kalın perdeleri açılmış , fakat dışarısı kapkara bulutlarla kaplıydı. Ve sabah , öğlen yada akşam üzeri... Şuan benim bildiğim hangi zaman dilimindeysem artık , o zaman da bile gün aymıyordu. Yutkundum ve derin bir nefes aldım. Üzerimdeki yorganı yana ittiğimde ayağa kalkmam zor olmadı fakat bileklerim hala sızlıyordu. Dün Alaz'ın yenilediği sargı bezleri tekrar kirlenmiş gibi görünüyorlardı. Çok değil ama yine de kirlilerdi. Tamamen kuruyan dudaklarımı dilimle nemlendirerek ileriye doğru bir adım attım. O sırada ayaklarım yumuşak bir şeylere takıldı. Yerde önceden düzenli olduğunu tahmin ettiğim fakat emin olamadığım o kadar da düzgün durmayan elbiseler vardı. Eğildim ve onları yerden aldım. Temiz ; oldukça sıradan iç çamaşırları , gri dizlerinde yırtıklar olan bir kot ve bol lacivert bir kazak vardı. Elbiselerin biraz ilerisinde de siyah spor ayakkabılar ve onların üzerine bırakılmış bir çift çorap... Sanırım bunlar benim içindi. Üzerimdekileri düşünürsem çok daha iyi oldukları kesin. Bunlar Alaz'ın işi olsa da şimdilik bu halde olduğumu düşünerek , yerinde kararlar almak çok daha mantıklıydı. Üzerimdeki tişörtü , çıkartıp yatağın üzerine fırlattığında nasıl göründüğüyle ilgili hiçbir şey  umurumda değil. Üzerimde sadece Alaz'ın boxer'iyle dururken tişörtü çıkarmadan önce keşke kapıyı kontrol etseydim. Şuan dalgın bir andayım ve kahretsin düşünmemiştim. Üzerime beyaz , oldukça sade olan sütyeni geçiriken arkasını iliklemek hep olduğundan daha zor olacaktı. Geriye çekerek kopmaları birleştirmeye çalıştım. Zor oldu ama başardım. Çünkü bileklerimi bükemiyordum. Bol lacivert kazağı sütyenim  üzerine giyip üzerimdeki boxerden kurtuldum. Sadece kilodu bacaklarından geçirip kalçalarıma sardığımda hızlı olabilmek için kendimi zorluyordum. Dizlerimi açık bırakan pantolonu hızla bacaklarıma geçirdim. Ve sonunda giyinmiş oldum. Ayaklarıma çorapları giyip ayakkabıları da giydiğimde , bu lanet odada bir an bile durmak istemiyordum. 

GECE KARANLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin