Odadan dışarı çıktık. Uzun bir koridor bizi bekliyordu. Oliver öne geçti ve Isaac yanıma geldi. Gıcık her fırsatı kullanıyordu. Koridorda yürümeye başladık, burası yerin altında bir yer olmalıydı çünkü ona göre tasarlanmıştı. Koridorları fazla ama çok büyüktü ayrıca aşırı moderndi. Gerçi bu iyi bir şey sayılırdı, bir dakika ne diyordum ben sanki her şeyi kabullenmiş gibi düşünmüştüm.
Büyük bir kapının önünde durduk. Oliver kapıya yaklaştı ve gözünü duvara monte edilmiş olan küçük bir tarayıcıya uzattı. Kapı Oliver’ın gözünü algılayınca yavaş bir şekilde açıldı. Vay canına geleneklerine bağlı modern insanlar, bu ilginç olabilirdi. Oliver içeriye girince onu takip ettik. İçerisi kocaman bir müze gibiydi. Her şey kategoriler halinde cam fanuslarda sergileniyordu. Bir cam fanusun önünde durdu. Fanusa doğru yaklaştım, içerisinde kahverengi el yapımı olduğu belli olan muhteşem bir yay vardı. Hemen yanında ise bir sürü ok vardı.
“Bunlar artık senin.” dedi Oliver. Buna inanamıyordum. Gözlerimi yaydan ayırmadan konuşmaya başladım.
“Alabilir miyim?” dedim. Isaac cam fanusun yanına gitti ve camda elini gezdirmeye başladı. Sanki bir şey arıyor gibiydi. Elini hafifçe oynatırken durdu, sanırım aradığını bulmuştu. Sanki orada tuşlar varmış gibi bir şeyler yazdı ve cam fanus açıldı. Çok şaşırmıştım, yani kimimizin evinde böyle bir şey var ki?
Oliver eliyle gelmemi işaret etti. Fanusa yaklaştım ve yayı elime aldım. Çok güzeldi bir şekilde insanı güçlü hissettiriyordu. Isaac konuşmaya başladı.
“Şimdi geriye kalan eşyaları da al ve beni takip et sana yeni geçici evini göstereceğim.” dedi. Kendini beğenmiş ukala budala şey. İstemesem de dediklerini yaptım. Hepsini birden alınca bana biraz ağır geldi ama karizmamı çizdirmemem gerektiği için ağır değilmiş gibi davrandım.
“Amy benim şimdi gitmem lazım. Sabret eğer sabredersen her şeyi anlayacaksın.” dedi Oliver. Sonra Isaac’e döndü.
“Artık sana emanet Isaac. Kurallarını biliyorsun yoksa tüm saçlarını kendi ellerimle sıfıra vururum ona göre.” dedi. Isaac ufak bir kahkaha attı ve sonra ciddi bir hale bürünüp cevap verdi.
“Peki efendim.” dedi. Oliver gitmişti. Elimde sanki bin tonmuş gibi ağır bir şey taşırken o gittikten sonra geçen iki dakika benim ölmeme yetmişti. Isaac yürümeye başladı –mecburi- onu takip ediyordum. Bir asansöre bindik, sekizinci kata bastı ve yanımda durdu. Yüzü çok ciddiydi açıkçası bu beni biraz korkutmuştu. İneceğimiz kata gelince biraz önüme geçti ve yürümeye başladı. Burası uzunca bir koridordu tıpkı önceki koridor gibi tavanı yüksekti. Koridorda ilerlemeye devam ettik. Beyefendinin dağ gibi kasları olmasına rağmen bana yardım etmiyordu. Koridorun sonundaki merdivenden yukarı çıktık. Kocaman bir kapı vardı, bu kapının yanında da aşağıdaki gibi tarayıcı vardı. Isaac bana baktı.
“Gözünü tarayıcıya yaklaştır.” dedi.
“Ne yani benim gözüm mü? Bunu ne zaman yaptınız?” diye sordum. Sonuçta bu normal bir şey değildi. Gülümsedi, gamzeleri yine ortaya çıkmıştı.
“Seni senden iyi tanıyoruz.” dedi. Söylediklerine aldırış etmeyip gözlerimi tarayıcıya yaklaştırdım. Kırmızı bir nokta vardı oraya baktım ve kapı açıldı. Bu biraz hoşuma gitmişti açıkçası. İçeri girdim, içerisi bembeyazdı, Bazı duvarlarda toz pembe renginde duvar kağıtları vardı. Eşyalar ise rengarenkti, çok hoş bir odaydı. Yatak bembeyazdı ama üstündeki örtüsü toz pembe ve mavi karışımından oluşuyordu. Ve can alıcı noktaya geliyorum odanın bir ucunda kocaman siyah bir piyano vardı. Ben odaya ağızım beş karış açık bakarken Isaac konuşmaya başladı.
“Ben şimdilik gidiyorum. Hemen yan odanda kalıyorum bir şey olursa şu telefondan beni arayabilirsin ya da odama da gelebilirsin.” dedi ve göz kırptı.
“Defol.” dedim. Böyle sarkıntılık yapacak ise işimiz vardı.
Odanın içinde yay ve oklar için özel bir alan yapılmıştı. Hepsini özen ile yerleştirdim. Odada dışarı doğru çıkık bir alan vardı ve koltuk ile döşenmişti. İnanamıyordum, bu alan bir bahçeye bakıyordu. Yerin altında değil miydik? Galiba asansör ile yukarı çıkmıştık. Cama doğru yaklaştım burası harika bir bahçeye bakıyordu. Bahçe çiçekler ile süslenmişti. Burası cennete benzer bir yerdi. Kafamı yana çevirdiğimde duvarda ki ayna ile karşılaştım. Aynada ki kişi bayağı pasaklı saçı başı dağılmış, üstü kirlenmiş bir kızdı. Bir dakika o kız bendim yani ben bu tip ile mi ortada dolaştım. Tanrım sana geliyorum! Acaba bana kıyafet almışlar mıdır diye düşünürken odanın ortasına yürüdüm. Bir kapı vardı ve üstüne rengarenk desenler işlenmişti. Kapıyı yavaşça araladım. Burası kıyafet ile dolu bir odaydı. O an düşüp bayılabilirdim. İçeri girdim, kıyafetler kategoriler halinde yerleştirilmişti. Günlük yazan dolaba gittim ve kapağını açtım. Bir kot ve t-shirt aldım. Sıra banyoyu bulmaktaydı. Karşıda ki kapıya gittim, burası banyoydu. Hızlıca duş aldım ve kıyafetleri giydim. Saçlarımı kuruttuktan sonra telefonun çaldığını duydum. Telefonu kaldırdım ve Isaac’in sesini hemen tanıdım.
“Bugün dinlen yarın eğitime başlıyoruz.” dedi ve telefonu suratıma kapattı. Sinirlerime hakim olmaya çalışıp ahizeyi yerine yerleştirdim. Yatağa uzanıp düşüncelerime daldım. Saate baktığımda çoktan akşam olmuştu, bir pijama takımı alıp üstüme geçirdim ve yumuşacık yatağa kendimi teslim ettim.
Amy'nin yayı ve okları medya da.
Bölümü okuduğunuz için teşekkür ederim J
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monster Hunter
Fantasía"Zamanım tükeniyor. Peşimdeki adam çok hızlı, Tanrım yardım et!" Amy sıradan bir şekilde hayatını yaşarken bir anda olaylar tersine döner. Tanıştığı insanlar, yaşadığı çevre, ailesi ve geçmişi. Bir anda hepsi değişir ve Amy gerçeklerle baş başa kalı...