GİRİŞ

12K 676 234
                                    

Puget Sound Körfezi
SEATTLE, WASHINGTON - AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

9 Temmuz 2016...

Okyanustan kopup gelen fırtına, bir anda bütün sahil şeridini kasıp kavurdu. Gökyüzünün o tatlı mavimsiliği yerini kocaman, kara bulutlara devretti, biraz sonra da şiddetli bir yağmur başladı. İnsanlar neler olduğuna anlam veremiyorlardı. Meteoroloji, bu beklenmedik hava durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmamıştı. Üstelik yaz aylarında Seattle kurak havasıyla bilinirdi. Ayrıca, yerli halk fırtınadan hemen önce elektrik kesintisiyle karşılaşmıştı. Yani bu ani değişim, pek hayra alamet değil gibiydi.

İri yağmur damlalarının aracının ön camına resmen yumruk misali düştüğü sırada, Reginald Dawkins, Elli Dokuzuncu Cadde'de seyir hâlindeydi. Kısık sesle dinlediği altmışların rock müziği eşliğinde parmaklarıyla direksiyonda ritim tutuyordu. O gece biricik karısı Florence ile evliliklerinin otuzuncu yılını kutlayacaklardı. Geriye dönüp baktığında, bu otuz yıla ne kadar çok şey sığdırmış olduklarını gördü. Başarılı iki oğulları vardı ve büyük oğlu Arthur, daha iki ay önce baba olmuştu. Adrian ise bir süre sonra, kız arkadaşıyla nişanlanacakları haberini vermişti. Kısacası, her şey yolundaydı.

Gökyüzünün o kasvetli hâli bile keyfini bozamazdı. İleride, Alki Caddesi'ne çıkan dönemeçteki trafiği gördüğünde de hâlâ gülümsüyordu. Bugün hiçbir şey onu mutsuz edemezdi.

Körfezin suları kabarıp yükseldiğinde neredeyse yolunu yarılamıştı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur yetmiyormuş gibi, hızla sahile vuran dalgalar, araçların yolda kaymasına ve sürücülerin hâkimiyetlerini kaybetmesine neden oldu. Tamamen içgüdüsel olarak frene bastı Reginald. İyi ki de öyle yapmıştı, yoksa önündeki otomobile vurması işten bile değildi.

Elli dokuz model, siyah bir Cadillac Eldorado'nun körfezin azgın sularına kapılıp gitmesi, herkesi aynı anda harekete geçirdi. Araçlarından panik içinde ayrılan insanlar, dört bir yana koşturmaya başladılar. Fırtına artık o kadar şiddetli bir hâl almıştı ki, insanlarla birlikte araçlar da oradan oraya savruluyordu.

Reginald son ana kadar aracında bekledi. Hayatında hiçbir zaman paniğe kapılmamıştı, şimdi de bu durumu değiştirecek değildi. Rüzgârın dehşet veren uğultusu tam tepesinde yankılanırken, çevrede neler olup bittiğine bakmayı bıraktı. Biraz önce duyduğu insan sesleri anında kesilmişti. Rüzgârdan olsa gerek, diye geçirdi içinden. Temmuz ayının bunaltıcı sıcaklığına rağmen, son bir saat içerisinde gerçekleşen havadaki değişim, üşümesine neden oldu. Aracının ısıtıcısını açtı, ellerini birbirine sürtüp silecekleri çalıştırdı.

Gördüğü şey, inanılır gibi değildi. Daha beş dakika önce normal seyrinde devam eden araçlar, üst üste tıpkı lazanya katmanları gibi dizilmişti. Hiç kimseyi göremiyordu. Neler oluyordu böyle? Cep telefonuna uzanıp karısını aramayı düşündü. Ona gecikeceğini söylemeliydi ama sinyal alamadığını görünce sıkıntıyla iç geçirdi.

Sonra hiç beklemediği bir şekilde, aracının kuyruk kısmına bir darbenin indiğini hissetti. Otomobilin ön tarafı neredeyse havaya kalkmıştı. Başını çevirip ne olduğuna bakamadan, aynı şey bu defa ön tarafta gerçekleşti. Gözlerini kırpıştırdı, hiçbir şey göremiyordu. Sadece koyu bir kızıllık vardı. Bir iki saniye gözlerini açıp kapayarak olanlara anlam vermeye çalıştı. Nihayet etrafını seçebilmeye başladığında, hemen önünde, ona bakan bir çift kırmızı gözle karşılaştı. Şaşkınlıktan ve biraz da korkudan kısa bir çığlık attı. Kırmızı gözlerin sahibi ona bir müddet baktıktan sonra, yüzünde oluşan şeytani bir gülümsemeyle elini camdan içeri soktu ve Reginald dudaklarını bile kıpırdatamadan mum beyazı parmaklarını tam kalbinin olduğu yere sapladı. Acıyı bile gerektiği gibi duyamıyordu sanki. Her şey bir anda olup bitmişti. Ellerinden dirseklerine kadar kendi kanının kaplı olduğu kırmızı gözlü, çevik bir hareketle havaya zıpladı ve işte o zaman Reginald, ilk başta gördüğü kızıllığın sebebini anladı. Devasa boyutta, koyu kırmızı kanatları vardı bu adamın. Adam diye düşündü, çünkü kırmızı gözlerini, iri bedenini ve soluk tenini saymazsa, gerçekten de sıradan bir insan gibiydi.

Kırmızı gözlü aracın arka tarafına ulaştığında, ilk darbeyi yapan da orada bekliyordu. Tüm kanı vücudundan yavaşça akıp giderken, diğer adamın da kanatlarının olduğunu gördü Reginald. Hem de çok daha büyüktüler. Pırıl pırıl parlayan, bir çift zümrüt rengi kanat... Vücut ısısı düşerken ve gözleri bir daha açılmamak üzere kapanırken, zümrüt rengi kanatlı başını çevirip ona baktı. Yüzünde hiçbir kası hareket etmedi. Taş gibi sert görüntüsü sanki bakiydi. Ama ölmeden hemen önce Reginald, o yüzün sahibinin gözlerinde kısacık bir anlığına da olsa, öfkeyi gördü.

Öfkeyi ve gazabı...

KUSURSUZ #2- Eski DünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin