YİRMİNCİ BÖLÜM

2.3K 336 70
                                    

Masaların arasından çıkışa doğru koştururken arkamda olup biteni idrak edememenin sebep olduğu şaşkınlıkla merak dolu bakışlar atan bir topluluğu bırakmıştım. Gözlerimi kırpmaya korkuyordum, bunu yaparsam her şeyin havaya karışıp hiçliğe dönüşmesine neden olacağımı biliyordum çünkü.

Tam o an için bana bubi tuzağı gibi görünen bütün engelleri aşmıştım ki, hesabını ödedikten sonra tıpkı benim gibi dışarı çıkmaya çalışan bir adamla çarpıştım.

Benden daha iri olduğu için, sırtına çarptığım gibi kendimi geriye doğru yaylanır bir hâlde buldum. Akabinde de yere sere serpe uzanmıştım.

“Özür dilerim, bir şeyiniz yok ya?”

Adam eğilip elini tutunmam için bana doğru uzattı. Arkamızdan konuşarak bize yaklaşanların olduğunu hissedebiliyordum. Zaten birkaç saniye sonra ağabeyim ellerini koltuk altlarıma yerleştirip beni yukarı doğru çekti ve yeniden ayaklarımın üzerine basmamı sağladı.

“Yok, bir şeyim yok. Ben iyiyim,” adama bakarken yanaklarım kızardı. “Asıl ben sizden özür dilerim, dikkatsizce davrandım.”

Adam gülümseyip her yanından kalite fışkıran ceketini düzeltti. Sanırım her kimse, saygın biri olmalıydı.

“Önemli değil. Aceleniz vardı belli ki.”

Bu sözlerin üzerine şimdi diğer tarafıma geçen Jasen bana bakıp kaşlarını kaldırdı. Esasen hiç kimse ne yaptığımdan zerre kadar bile bir anlam çıkaramamıştı. Eh, tabloya onların açısından baktığımda durumun garipliğini ben de görebiliyordum.

Ansızın deli gibi koşturmaya başlamıştım ve sonrasında da sanki bu hiç tanımadığım adamın sırtına tırmanır gibi, güm diye ona toslamıştım.

“E-evet,” diyebildim. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyordum, zira bunu nasıl açıklayacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu.

Adam saatini kontrol ettikten sonra bir kez başıyla selam verdi ve mekândan ayrıldı, ağabeyimin ya da Jasen’in soru sormasına fırsat vermeden ben de dışarıya çıktım.

Raiden’ı gördüğüm sütunun yanına geldiğimde durup bakmaya başladım. Hiçbir şey yapmadan, öylece seyrediyordum. Boş duvar da bana sessizlikle karşılık veriyordu. Âdeta canlanıp ikizimi içine hapsetmişti ve şimdi geri vermek istemiyordu.

Elimi uzatıp taş yüzeyde gezdirdim. Parmak uçlarım her santimi belleğine kayıt ediyordu. Sanki aradığım şeyin cevabı burada yazılıydı, yalnızca benim biraz daha uyanık olmam ve olayı irdelemem gerekiyordu.

“Bebeğim alınma ama beni iyice korkutmaya başladın. Neler oluyor sana? Neden birden yangından kaçar gibi koşmaya başladın?”

Kaen hâlen sütunda dolaşan parmaklarımı tutup beni kendisine doğru çevirdi. Çatık kaşlarına bakarken yutkundum, ona anlatmalı mıydım? Ya bana inanmazsa? Bunun bir hayalden ibaret olduğunu, kendi kafamda kurguladığımı ve buna gerçekmiş gibi inandığımı söylerse?

Restoranın kapısı açıldı ve grubun kalan kısmı da yanımıza geldi. Bana dönmüş yirmi sekiz yüze böyle bir açıklamayı yapabileceğimi sanmıyordum. Şimdi düşünüyordum da, bu fazlasıyla saçma ve gerçek dışıydı. Dile getirmeseler bile onlara bu durumdan bahsettiğim takdirde akıllarına gelecek ilk şey bu olacaktı.

Bunu kaldıramazdım, özellikle de önce bana burun kıvırıp saçmaladığımı gösteren ifadelerini takınmalarının ardından gelecek olan acıma hissine dayanamazdım.

Bu yüzden, bu tür bir durumla her karşılaştığımda yaptığım gibi, yine bir yalanın ardına saklandım.

“Bir mutasyon gördüm sandım,” dedim elimi yeniden sütuna yaslarken. “Tam burada. Bizi seyrettiğini zannettim. O sebeple de kimseye dokunmasına izin vermemek için dışarı çıkmak istedim.”

KUSURSUZ #2- Eski DünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin