Ertesi gün ayağa kalkmayı başardığımda, Jasen ve Kaen beni etrafı dolaştırmak için evden daha uzak bir yere götürdüler. Hâlâ hareketlerimde bir yavaşlık vardı ama yanımda onlar olduğu için bunu sorun etmiyordum. Her an yardımıma hazır bir vaziyette bekliyorlardı. Ben tepelere doğru tırmanırken de, ıslak çimlerin üzerinde dikkatle adımlarken de hep kollarımdan tutarak bana destek olmuşlardı.
Öğleden önce, öyle çok sayılmasa da, yine de hafife alınmayacak kadar kalabalık bir grubun beni ziyarete geldiğini görmüştüm ve bu beni aşırı derecede duygulandırmıştı. Yüzüme bakan her suratta gerçek manada bir merak ve iyi olup olmadığımı ayırt etmeye çalışır bir çabaya rastlamıştım. Galiba bazı şeyler yavaş yavaş rayına oturuyordu onlar açısından. Ve bu beni oldukça mutlu ediyordu.
Yaz güneşinin ışıkları üzerine düştüğü nehirde kıskanılacak görüntüler oluştururken, Jasen beni kıyıda, çimlerle kaplı olan zemine oturttu. Bulunduğumuz yer muhteşemdi. Kuş cıvıltıları dört bir yandan yükseliyordu, ağaçlar nazlı nazlı esen rüzgârda yapraklarını dans edercesine sallıyorlardı ve nehir de azametini göstermek ister gibi köpürerek akmaya devam ediyordu.
Hemen karşı kıyımızda topluluk hâlinde gezen insanların olduğunu görünce meraklandım ve çok farklı bir heyecana kapıldım. Zira ilk defa Eski Dünya'nın insanlarıyla karşı karşıya geliyordum. Gözlerimi kırpmadan onları izlediğimi gören Jasen güldü.
"Turistler her gün burada," diye açıklama yapmaya başladı. "Akşam saatlerine kadar sürekli gelip gidiyorlar. Sen baygınken ben de hep gece vakti geliyordum. Nasıl ama? Burayı beğendin mi?"
"Bayıldım," dedim samimiyetle. "Viisas tam da bana göre bir yer seçmiş."
Lymn liderin adını fısıldadığımda, aynı zamanda kalbimde bir sıkışma oldu. Onların geride kaldıkları ve muhtemelen artık hayatta olmadıkları gerçeği yüzüme atılan bir tokat sertliğinde kendisini göstermişti. Keşke onlar da buraya gelmeyi başarabilselerdi! Onca kötülükten sonra, Dünya'nın bu zamanki hâlini görmeyi herkes kadar onlar da hak ediyorlardı.
"Evet, bence de," diyen Jasen'in de sesi kısıldı ama o benden daha çabuk toparlandı ve bir süre daha oturmamızın ardından ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Gel bakalım, sana göstermek istediğim bir şey var."
Kaen'in elleri ceplerinde, nehrin kenarında adımlamasını izlerken birden başımı kaldırıp Jasen'e baktım. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı.
Ağabeyimi de yanımıza çağırdıktan sonra, nehrin üzerindeki taş köprüye doğru yöneldik. Ellerinde fotoğraf makineleriyle dolaşan turistler, neredeyse her metrekarenin görüntüsünü alıyorlardı. Onları izleyerek adımlarken ağzımın açık kalmasına engel olamadım, hâlen asırlar önce yaşamış olan bu insanlarla aynı havayı soluduğuma inanmakta güçlük çekiyordum.
Köprüyü geçip de düz alana geldiğimizde, az ilerimizde, bir ağacın altında mermer bir şeklin olduğunu gördüm. Buradan bakınca pek bir şey anlayamamıştım lâkin gözlerimi kısıp o figür hakkında bir tahminde bulunmaya çalıştığımda Jasen yeniden güldü.
Sadece saniyeler sonra, gördüğüm şeyin bir büst olduğunu anladım. Biraz daha yaklaşıp bakınca, üzerindeki yazıyı okuma şansına eriştim:
"Thomas Moore,
İrlanda'nın millî şairi,
Ölümsüz şiiri 'Suların Buluşması'nı 1807 yılında bu ağacın altında yazmıştır."Büstün hemen sağ yanında iki kıtalık da bir şiir yazıyordu. Burasının dünyada bir benzeri olmadığını ve hissettiği güzel duyguları yansıtmıştı dizelerine şair. Son kelimeyi de okuduktan sonra başımı çevirip Avoca Nehri'ni izlemeye başladım. Şu an sanki şairin yaşadığı döneme gitmiştim ve onun gözünden bakıyordum etrafıma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUSURSUZ #2- Eski Dünya
Science FictionBütün dengeler değişti, Yeniden Doğuş'un dünyasında hayat sona erdi... Savaştan sağ çıkmayı başaranlar, Eski Dünya'ya yolculuk edip yaşamlarına kaldıkları yerden devam etmenin çabası içerisindeler. Peki her şey istedikleri gibi olacak mı? Rhilinler...