ON DOKUZUNCU BÖLÜM

2.3K 347 108
                                    

Batan güneşin cılızlaşmış, soluk turuncu renklerinin arasında hızla uzaklaşmaya başladı mutasyonlar. Kanatlarını her çırpışlarında insanlar garip sesler çıkarıyorlardı. Hâlâ büyülenmiş gibi şimdi bir noktadan ibaret olan figürleri izlemeyi sürdürüyorlardı.

“İyi misin?”

Jasen tişörtümün kolunu sıyırıp neredeyse iki – üç santim derine işlemiş olan tırnak yaralarına baktı. Yüzümü buruşturup bakışlarımı başka bir yöne doğru çevirdim, sol kolumu sanki kesip almışlardı benden. Kalp atışlarımla eş zamanlı çalışan bir sızı vardı.

“Çok mu kötü görünüyor?” diyerek nasıl hissettiğimi söylemeyi bir süreliğine erteleme kararı aldım. Zira pek de iyi olmadığımı dile getirecek olursam, ağabeyim ve Jasen her şeyi boş verip sadece benim üzerime düşeceklerdi. Oysa şu an çok daha büyük sorunlarımız vardı. Ben bekleyebilirdim, güçten düşmediğim sürece bu şekilde idare edebilirdim.

“Elaine!”

Yürekleri dağlayan bir feryat duyuldu. Düşüncelerimden sıyrılıp yan tarafıma doğru baktığımda, otuzlu yaşlarında gibi görünen bir adamın elini kalbine bastırarak bize doğru yaklaştığını gördüm.

Saniyeler içinde, arabanın üzerinde cansız bir şekilde yatan kadının yanına vardı ve başını ellerinin arasına alarak sevgiyle saçlarını okşadı.

“Buradayım canım. Bak, geldim. Buradayım.”

Yarı şuursuz, yarı acıyla mırıldanarak aynı sözlerini tekrarlamaya başladı. Onu izlerken sessizce ağlamaya başladım. Ne yazık ki kadının geri dönmesi mümkün değildi. Çoktan bu dünyadan göçüp gitmişti.

“Elaine?” dedi bir kez daha ve bu kez kadının omuzlarından tutup onu sarsmaya başladı. Çevredeki herkes gözlerini bile kırpmadan zavallı adamın çırpınışlarını izliyordu. Hatta bir kısmı aynı benim gibi gözyaşlarını tutamaz olmuştu.

“Dur artık!” Kaen yanımdan geçip adama doğru yöneldi ve onun kendisini dinlemediğini görünce ellerinden tutup kadından uzaklaştırmaya çalıştı. “Seni duymuyor. Çok üzgünüm. Keşke böyle olmasaydı! Ama yapacak hiçbir şey yok.”

“Hayır,” adam ağabeyimin ellerinden kurtulmak için çılgınca hareket etmeye başladı. “Onun öldüğünü söyleme bana! Hayır! Sakın bunu söyleme!”

İnatla gerçeği reddedişin ne demek olduğunu gayet iyi biliyordum. Bu işin ilk safhasıydı: İnkâr… Kim ne derse desin, ne olursa olsun, asla kabullenmiyordunuz.

Ama hemen sonrasında hakikatı kavrayış evresi devreye giriyordu.

Şu anda çırpınmayı bir kenara bırakıp Kaen’in kollarında ağlayan adam gibi…

“Yetişemedim,” dedi burnunu çekerken. “Beni burada bekleyecekti. Söz vermiştim. Yanında olsaydım belki onun değil, benim başıma gelirdi bu acı son!”

Söylenecek hangi söz bu kalbi yaralı adamı teselli edebilirdi ki? Başımı eğip kendi ağrılarıma aldırmadan öylece bekledim. Dakikalarca canhıraş bağırarak ağladı, kadının ellerinden tutup hiçbir umut olmamasına karşın onu ayağa kalkması için ikna etmeye çalıştı. Girdiği histerik krizden kolay kolay kurtulamayacağı belli olduğunda, Deick de Kaen’in yanına gitti ve adamın koluna girip biraz daha sakinleşebilmesi için onu hemen ilerimizdeki ağacın gölgeliğine doğru götürdüler.

“Engel olamadık,” dedim gözyaşlarımı silerken. “Maalesef istedikleri şey gerçek oldu. Birinin canını aldılar, Gaton’ın söylediğine göre o çocuk da büyük zarar gördü.

KUSURSUZ #2- Eski DünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin