ON İKİNCİ BÖLÜM

3K 385 84
                                    

Tacoma Uluslararası Havaalanı’na iniş yaptığımızda, gökyüzü hâlâ aydınlık olsa da, akşam olmak üzereydi. Cep telefonumun saatine baktığımda, son yaptığımız değişiklikle birlikte saatin altı olduğunu gördüm. Dublin’le Seattle’ın arasında sekiz saatlik gibi bir zaman dilimi farkı vardı. Orada şimdi sabaha karşı iki falan olmalıydı. Yani annemi arayıp kazasız belasız yolculuğumuzu tamamladığımızı söylemek için uyun bir an değildi.

Kimlik kontrollerinin ve bagaj işlemlerinin de tamamlanmasının ardından, ekip olarak nereye gideceğimiz konusunda bir karar verebilmek için fikir alışverişinde bulunmaya başladık. Hiçbir yeri bilmediğimiz için, nereyi başlangıç noktası olarak baz alacağımızdan da emin değildik açıkçası. Biraz spontane hareket ettiğimizin farkına varmıştım. Rüzgârın yönüne göre savrulan yapraklar misaliydik sanki, bir şeylerin bizi tetiklemesine ihtiyaç duyuyorduk.

Yine de, bizim düşünceli tavrımızın aksine, Deick hâlinden o kadar memnundu ki, hani çekinmese önüne gelen herkesi kucaklamaya kalkışacaktı. Birden bire aşırı bir neşe ile dolmuştu. Bunun yeniden ayakları üzerine basıyor olmasıyla büyük bir bağlantısı olduğunu sezmiştim elbette, uçaktayken ecel terleri döken, şekilden şekle giren o adam bir anda havaya karışıp yok olmuştu. Yerine ise hoplayıp zıplayacak derecede şen birini bırakmıştı.

“Ee,” ağabeyim de benim gibi Deick’teki değişikliğin farkına varmıştı, ona garip garip bakmaktan vazgeçip diğerlerine doğru döndü. “Hiçbir fikrimiz yok mu ne yapacağımız konusunda?”

“Bence acilen konaklayacak bir yer bulmalıyız,” diyen Jasen haklıydı, böyle ortalıkta dolanarak vakit kaybetmemeliydik. “Kendimizi ait hissedeceğimiz bir yer olmalı ki, bundan sonra neler yapabileceğimize daha rahat konsantre olalım.”

“Bence de. Fazla dikkat çekmeyecek şekilde hepimizin sığabileceği bir mekân bulmalıyız. Burada ayrı ayrı yerlere yerleşmemeliyiz. Acil bir durum olursa bir de diğerlerini bulmak için vakit harcamayalım,” Herkes Gaton’ın önerisine sıcak baktığını belirtti. Lâkin yirmi dokuz kişi nasıl olup da bir arada kalacaktı, bunu gerçekten bilmiyordum. “Pekâlâ, o zaman bana bir beş dakika müsaade edin de şöyle kısaca bir araştırma yapayım.”

O beş dakika yirmi dakikaya kadar uzadı ama sonuç olarak Gaton artık yanından ayırmadığı diz üstü bilgisayarından bir emlak görevlisiyle irtibata geçip, bize en uygun görülen ev konusunda bir görüşme ayarlamayı başardı.

Washington Gölü’nün hemen kıyısında inşa edilmiş ev, muhteşemdi. Fotoğraflarına bakarken bile mest olmuştuk, bir de orada yaşayabileceğimiz ihtimalini düşününce hepten heyecanlanır olmuştuk.

“Yalnız topluca gitmeyelim,” dedim gözlerimi ekrandan ayırmadan. “Olur ya, belki bu kadar kalabalık olduğumuz için vazgeçebilirler.

En iyisi Kaia ve Gaton gitsin. Hem gerçekten evli bir çiftler, hem de onları gördükleri anda güvenmeyecek tek bir kişi bile tanımıyorum ben.”

Benim teklifim de kabul edildi ve hemen sonrasında Gaton ve Kaia’nın haricinde, yirmi yedi kişi dört taksiye binip Laurelhurst istikametine doğru yol aldık. Onlar görüşme yaparken biz eve çok uzak olmayan bir yerde bekleyecektik.

Yarım saat süren yolculuğumuzun ardından, hafiften kararmaya başlayan gökyüzünün muhteşem bir manzarayla birleştiği göl kenarına vardık. Eğer her şey olumlu giderse, bundan böyle bir süreliğine, uyandığımız her sabah bu muhteşem doğa parçasını görme imkânına sahip olacaktık.

Evlerin biraz uzağında bir noktaya gelince durduk ve Lymn çiftinden gelecek haberi beklemeye koyulduk.

“Bu işi de halledersek, yapmamız gereken tek bir şey kalıyor. O da Vhalaxları ve mutasyonları bulup dikkat çekmeyecek şekilde ortalıktan kaldırmak.”

KUSURSUZ #2- Eski DünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin