Seattle'da bir haftayı geride bırakmıştık. Bu süre zarfında kaldığımız çevreye iyice adapte olmuş, bu yeni şehrin ve ülkenin yaşam tarzını giderek benimsemeye başlamıştık. Zaten yaş itibariyle hepimiz genç nüfusu temsil ettiğimizden, bu konuda fazlaca bir sıkıntı çekmemiştik.
Ev hayatı da fena sayılmazdı. Herkes belirli sayılarda gruplara ayrılıp odalara yerleşmişti. Ekibimizdeki kadın sayısı sadece üç kişiyle sınırlandığından ve Kaia da Gaton'la birlikte bir odayı paylaştığından, bana oda arkadaşı olarak seçebileceğim tek bir şık kalmıştı: Haileen...
Nasıl olup da onunla anlaşacaktık, hiçbir fikrim yoktu ama gece herkes kendi odasına çekildiğinde, onun yanında hiç olmadığım kadar gergin hissetmiştim kendimi. Doğru düzgün konuştuğumuz bile söylenemezdi, hiçbir ortak yanımız yoktu, varsa bile biz bundan habersizdik.
Işığı kapatıp kendi yatağıma uzandığımda, onun sessizce oturduğunu görmüştüm. Pencereden içeri süzülen cüzi miktardaki aydınlatma yüzünü gölgelerle kaplamıştı, lâkin bir damla yaşın yanaklarına doğru süzüldüğünü gördüğümde kalbimde bir sıkışma hissettim.
Üzgün olduğu her hâlinden belliydi ama ne söyleyip de onu teselli edebilirdim ki? Dahası bunu yapmaya hazır olduğumdan da emin değildim. Bugüne dek eline geçen her fırsatı aleyhime kullanmayı kendisine iş edinmiş olan bu genç kız karşısında, ben de kendi gardımı almış, altta kalmamak ve kendimi karşısında ezilmiş gibi hissettirmemek için elimden geleni yapmıştım.
Son zamanlarda – Vhalax kimliğimle bütünleşip bedenen de buna ayak uydurduğumda – eskisi kadar onu ciddiye aldığım söylenemezdi. Artık takındığı tavır ve davranışları beni rahatsız edecek kadar bile endişelendirmiyordu. Galiba bu konuda aşama atlamıştım, bendeki en büyük değişim bu olmalıydı.
Ne var ki, iç çekişi karşısında daha fazla duyarsız kalamadım. Başımı çevirip karanlıkta gözlerine odaklanmaya çalıştım.
"Neyin var?" derken gerçekten bunu merak ettiğim için mi, yoksa sadece konuşmak için mi kelimeleri telaffuz ettiğimi ayırt edemedim. Haileen'ın da hangi seçeneği üzerine alındığını açıkçası kestiremiyordum.
"Hiç," burnunu çekip gözyaşlarını kuruladı. "Bir şeyim yok."
"Neden ağlıyorsun o hâlde?"
Nil yeşili gözleri ansızın üzerime döndü.
"Umurunda mı?" diye soğuk bir edayla fısıldadı. "Eminim beni böyle gördükçe zevkten dört köşe oluyorsundur."
"Herkesi kendinle karıştırma," ben de kalkıp oturdum ve onun sesiyle yarışır bir soğuklukla baktım gözlerine. "Aramızda birinin zor durumundan pay çıkarıp neşelenen biri varsa o da sensin.
Mepis'te olanları unutmadım. Artık her şeyi hatırlıyorum ve senin beni nasıl küçümsediğini, hor gördüğünü, yanınıza yakıştırmadığını çok iyi biliyorum.
Bu yüzden kimin çıkarcılık yaptığı konusunu bir daha açma istersen..."
Birbirimize dik dik bakarken ilk pes eden o oldu.
"İyi, madem merak ediyorsun, söyleyeyim: Frabis'in acısı hiç geçmiyor, anlıyor musun? O ve ben, biz kardeş olmanın dışında iki iyi arkadaştık. Ben hem kardeşimi, hem de en yakın arkadaşımı kaybettim.
Senin o kahrolası soyun yüzünden."
Evet, iş yine uzayıp bana dokundurma yapmasına olanak vereceği bir yere kadar gelmişti. Bezgin bakışlarımı saklamadan iç geçirdim.
"Her şeyi neden benimle bağdaştırmaya çabalıyorsun?
Orada yaşananlara ben de tanık oldum, neler olduğunu senin kadar ben de iyi biliyorum ve Frabis için gerçekten çok üzgünüm. Eğer unuttuysan, ben de kendi ırkımın karşısında durup sizinle savaştım. Sizinle birlikte kayıplarımızın ardından üzüldüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUSURSUZ #2- Eski Dünya
Science FictionBütün dengeler değişti, Yeniden Doğuş'un dünyasında hayat sona erdi... Savaştan sağ çıkmayı başaranlar, Eski Dünya'ya yolculuk edip yaşamlarına kaldıkları yerden devam etmenin çabası içerisindeler. Peki her şey istedikleri gibi olacak mı? Rhilinler...