Ne güzel demiş Emil Michel Cioran: Müzik, mutluluk ülserine tutulmuş ruhların sığınağıdır... Müzik, benim sığınağımdı. Üzgünken piyano, mutluyken hit, öfkeliyken metal, yorgunken gitar... Hızına yetşiemediğim ani duygu değişimlerime müzik yetişiyordu. Müzik, benim doktorumdu, ilacımdı.
Bugün günlerden Cumartesiydi, aylardan Nisan... Ve ben evde yastığıma sarılmış bir şekilde beni iyileştirecek müzikler dinliyordum. Çünkü yapacak başka bir şeyim yoktu. Hastaydım ve bana bakacak kimsem yoktu. Yalnızdım... Ve bu illete bir ilaçta yoktu. Tek ilaç bendim, ve ben artık bu hastalıktan kurtulmak istemiyordum. Ama sanki şuan biri kapıdan elinde sıcak bir çorba ile girse fena olmazdı. En azından gördüğüm azıcık ilgi ile ruhum iyileşirdi.
O sorunlu toplantının üstünden on gün geçmişti. Ve ben o günden beri Ezel ile pek konuşmamıştım. Toplantının üstünden iki gün geçtikten sonra bana özür mesajı atmıştı ve bende onu kırmamak için önemli değil mesajı atmıştım. Ama aslında benim için önemliydi. Eğer bir şeylerin elimden uçup gitmesine izin verirsem ondan sonra her şey elimden uçup giderdi. Ben ruhumu kazıyarak elde ettiğim hiçbir şeyin gitmesini istemiyordum.
O toplantı günü babam ' İkinci yanlışında bedel ödersin, bunu affediyorum. ' demişti. Bu sözleri öfkemin üzerine bir bardak su serpmişti. Ama Ezel ve sevgilisine olan öfkem hala yerli yerindeydi. Ezel tanımadığı bir adam için görevini aksatmamalıydı. Daha önce böyle bir hata yapmamıştı ve bundan sonrada yapmasına izin vermeyecektim. Ve o adamın benim işim hakkında yorum yapmaya hakkı yoktu. Benim hayatımda vasıfsız biriydi, kendine pay çıkaramazdı. Telefonuma gelen mesaj düşüncelerimin üzerini alüminyum folyo ile örttü.
Ezel ' İyileştin mi? ' diye mesaj atmıştı. Dün akşam şirketten çıkarken durmadan hapşırmam ve titremem üzerine ne olduğunu sormuştu ve bende ona büyük ihtimalle nezle olduğumu söylemiştim. O da pek bir şey söylemeden sevgilisi ile yemeğe gitmişti. Ona cevap olarak Frida Kahlo'nun bir şiirini göndermek için parmaklarımı telefonun tuşlarının üzerinde gezdirdim.
İyileşmek mi?
Ama ben hasta değilim ki,
kırık döküğüm..
Aynı şey değil,
Anlıyor musun?
Daha sonra onun bunu anlayamayacağını bilip duygularımı parmaklarıma yükleyerek yazdığım mesajı silip kuru biri ' evet ' yazıp gönderdim. Yalan değildi düne göre iyiydim. Daha az titriyor ve daha az hapşırıyordum. Üzerimden kayan poları tekrar çekip elimdeki dosyayı okumaya devam ettim. Yardım etmek için araştırdığım kimsesizler yurdunun dosyasıydı.
Kulağımda çalınan müzik değişirken dosyada dikkatimi bir cümle çekmişti. Önce babalar terk ederdi kızlarını, ondan sonra kim terk ederse terk etsin fark etmezdi. Yüreğimdeki yaraya parmak basıp oluk oluk kanamasına neden olan bu kelime zihnime bir bomba gibi düşmüştü. Güçlülük namına biriktirdiğim her şeyi yıkmış ortalığı birbirine katmıştı. Duvarlarıma çaktığım kurallarımın yerinden dumanlar yükseliyordu.
Babam yıllar önce terk etmişti beni, üzerindeki babalık gömleğini çıkararak. Çıkardığı gömleğin yerine içimdeki gök kuşağına siyah mürekkep bırakan zalimliği giymişti. Dosyayı ve müziği kapattım. Bu yurda elimdeki tüm imkanları kullanarak yardım edecektim. O çocukların babaları olamazdım belki ama yüzlerindeki göz yaşını silecek tebessüm olabilirdim. Hayatlarındaki sıkıcı müziği değiştirerek onlara çılgınca eğlenecekleri yeni müzikler açabilirdim, açacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKAN'SIZIM
ChickLitAdam sevdi, çok sevdi. Fakat kadın bunu görmedi. Bir gün adam dikildi kadının karşısına: Seviyorum, sonsuzluk kadar seviyorum, dedi. Kadın güldü, inanmadı. Adam inandırmak için her şeyi yaptı. Sonra kadın düşündü, düşündü. Kadın düşündükçe adam umut...