Mutluluk, canının isteyerek aldığın bir karpuzdur. Dışı güzeldir, vurursun çıkardığı seste güzeldir, kesersin içi de güzeldir ama yediğin zaman tadı yoktur. Çünkü mutluluk gölge gibidir öyle ya gölgesi bile karanlıktır o yüzden gelir ve geçer. Ben hiçbir zaman dolu dolu bir mutluluk istemedim. ' Hiçbir mutluluk; sonu iyi biten acı kadar lezzetli değildir... ' Quintus Horatius Flaccus'un söylediği söz hayattan beklentimin temel taşıdır. Ben bu hayattan sonu iyi biten bir acı istiyordum. Bu zamana kadar istediğimi elde edemedim.
Annem ağabeyimin Fransız bir bayanla evleneceğini öğrenince tansiyonu yükselmişti. O da her Türk anne gibi oğlunun kendi memleketinden biriyle evlenmesini istiyordu. Ama ağabeyim yine bildiğini yapmıştı ve yine bana onun istediği yemeğin yanması sonucu yanık olan yerin benim yememle sonlanmıştı. Bu hep böyleydi... Ağabeyim bir ağacın tohumunu atar büyütmesi ve budaması bana düşerdi. Buna rağmen ağabeyime kin tutmaz, onu severdim.
Yardımcımız Aysel hanım beş dakika önce olduğu gibi tekrar annemin tansiyonunu ölçmüş ve hala on dörde dokuzdu. Ben beş dakika da bir tekrarlanan bu işlemden sıkılmıştım. Babamın bana olan bakışlarından sıkılmıştım.
'' Ben gidiyorum. ''
Ayağa kalkmamla babam bana olan bakışlarını daha da sertleştirdi. Hoş, artık bu bakışlar beni germek yerine sadece sinirlendiriyordu. Bu ev, bana çocukluğumda yaşadığım tüm kötü anıların zihnime üşüşmesine neden oluyordu. Ve ben zihnimde geniş yer kaplayan bu anılarla annem ve babama karşı yumuşak olamıyordum. Annemdir yapar yada babamdır yapar diyemiyordum. Çünkü onlar benim küçüklük hayallerimi, umutlarımı birer hırsız gibi çalmış ve hemen elden çıkarmışlardı. O hırsızlığın yan etkileri hala sürmekteydi ve muhtemelen hayatım boyunca da sürecekti. Çünkü ben babam yüzünden erkeklere güvenemez, onlara iğrenç yaratıklarmış gibi bakmaya başlamıştım. Şuana kadar hoşlandığım, etkilendiğim veya beğendiğim bir erkek yoktu. Hatta Ezel bu yüzden bir ara benden şüphelenmişti. Haklıydı ona neler yaşadığımı anlatmamıştım ki.
'' Nereye gidiyorsun? Annen daha düzelmedi. ''
Çantamı sıkı sıkı tutarak babama bakmadan konuştum. Ona bakarsam yenilirdim. Ve ben artık yenilgi değil galibiyet istiyordum. Öyle ki beraber kalmaya bile tahammülüm kalmamıştı.
'' Bana ihtiyacı yok. ''
Bu kelimem ile annem daha da fenalaşmış rolü kesmeye başlamıştı. Rol diyordum çünkü annem hiçbir zaman benim laflarımla fenalaşmazdı. Bunun nedeni ise beni hiçbir zaman duymamasıydı. Düşüncelerim aklıma çocukluğumdan bir görüntü düşürdü. ' Anne yardım et. ' diye anneme seslenmiştim. Yerde yüzüstü uzanmış bir şekilde ellerimi anneme ağlayarak uzatışım ve annemin beni duymayarak çantasını alıp dışarı çıkışı hala gözlerimin önünden gitmiyordu.
'' Ne biçim bir evlatsın sen? ''
Güldüm, sessiz bir şekilde güldüm. Fakat o an kahkaha atmak gelmişti içimden. Peki siz ne biçim ebeveynlersiniz? Bu soruyu seslendirmedim çünkü seslendirsem de bunu hakaret olarak sayıp hakaret edeceklerini biliyordum. Genel olarak ben onlara soru soramaz, düşüncemi dile getiremezdim.
'' Bilmem, hayırsız olanından herhalde. ''
Arkamı dönüp gideceğim sırada başım döndü. Yere düşmemek için koltuğun kenarına tutundum. Gözlerim kapalı şekilde bir süre öylece bekledim ve biri bile iyi misin demedi. Dudaklarımın bir parçası olan alaycıl gülümsemem yine yerini edindi. Gözlerimi açıp onlara döndüğümde sadece Aysel hanımın endişeli gözleri üzerimdeydi. Ona göz kırpıp iyiyim anlamında gülümsedim. Annemin tansiyonunu düşürmeye çalışırken kendi tansiyonumu düşürmüştüm herhalde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKAN'SIZIM
ChickLitAdam sevdi, çok sevdi. Fakat kadın bunu görmedi. Bir gün adam dikildi kadının karşısına: Seviyorum, sonsuzluk kadar seviyorum, dedi. Kadın güldü, inanmadı. Adam inandırmak için her şeyi yaptı. Sonra kadın düşündü, düşündü. Kadın düşündükçe adam umut...