Bir daha asla eskisi kadar mutlu olamayacağına emin olmak, insanın yakalandığı en çaresiz hastalıktır. Ben bu hastalığa yakanlanmıştım ve bu hastalıkla can verecektim. Mutluluk benden çok uzaktaydı, asla bir araya gelemezdik. O, ölü ben ise yaşıyordum, kavuşmamız ancak benim ölmem ile sağlanırdı.
Hastalığın getirisi ise yalnızlıktı. Kalabalık ortamlarda bile yalnızdım.Herkes o kadar kalabalık ki, kimin hayatına girsen fazlalık oluyorsun.
Benim ise En kalabalık olduğum yer kendi içimdi. Kendimle yuvarlanabildiğim en derin uçurum, içimdekiydi. Bunu uzun bir süre önce anlamıştım. Bu anlaşılma ise benim canımı yakıyordu. Çünkü ne zaman birine ihtiyacım olsa, etrafımda hiç kimsenin olmadığını gördüm. Tüm duvarlar o zaman üzerime yıkıldı.
Var olmayan bir şehrin varoluşlarıyım ben, yazılmamış bir kitabın gereksiz yere uzatılmış yorumuyum. Bu düşüncem kesinlikle kendine acımak değildi, bu bir insanın kendini tanımasıydı. Ben kendimi tanıyordum, ne olduğumu biliyordum ve bundan sonra nasıl olacağımı da. Büyük ihtimal kırklı yaşlarıma varmadan evde yalnız bir şekilde çalışırken kalp krizinden ölecektim. Ve benim öldüğümü ancak cesedim kokunca anlayacaklardı.
'' Aradığınız numaraya şuanda... ''
Sekizinci defa aynı sesi duyunca tamamını dinlemeden telefonu kapattım. Ezel telefonlarıma cevap vermiyordu. Babam ihaleden dolayı iki gün tatil vermişti ve bugün tatilimin son günüydü. Ve ben Ezel ile şirkette soğuk olmak istemiyordum. Bugün onunla aramızdaki meseleyi çözecektim.
Üzerimdeki eşofmanları çıkarıp bir kot ve gömlek giyindikten sonra topuz yaptığım saçlarımı açık bıraktım, çantamı alıp çıkacağım sırada telefonum çaldı. Belki arayan Ezeldir diye hızla telefonumu çıkardım. Fakat arayan babamdı ve benim cevap vermeye hiç niyetim yoktu. Sessize alıp dairem çıktım. Asansörün gelmesini beklerken Ezel ile yapacağım konuşmayı kafamda kurguluyordum. Gelen asansöre bineceğim sırada çıkan kişi ile gözlerimi devirdim.
'' Yine mi sen? ''
Muzip bir şekilde kafasını olumlu anlamda salladı. Oflayıp asansöre bindim, dışarı doğru attığı bir adımı tekrar içeri aldı ve düğmeye bastı. Asansör hareket ederken ben kolumdaki saat ile kendimi meşgul ediyordum. Yanımdaki adamdan hoşlanmıyordum ve artık her gün onu görüyordum. Bu durum çok canımı sıkmaya başlamıştı.
'' Sessizlik oyunu mu oynuyoruz? ''
Dün gecenin aksine bugün neşesi yerindeydi ve en önemlisi alkol kokmuyordu. Sorusuna cevap vermedim ve duran asansör ile ona bakmadan hızlı adımlarla apartmandan çıktım. Arkamdan koştuğunu zeminden çıkan seslerden anlıyordum ve adımlarımı dahada hızlandırıyordum. Kolumdan tutulup durdurulunca kolumu sert bir şekilde pençelerinden kurtardım.
'' Şimdi de kovalamaca mı oynuyoruz? ''
Bakışlarım keskin bir bıçak olmasına rağmen gülümsemesini ikiye bölememiştim, bana sırıtarak bakıyordu. O nefret ettiğim gülüşünü bana sunuyordu.
'' Ya sen laftan anlamıyor musun? ''
Gülerek kafasını aşağı yukarı salladı. Böyle yaparak beni yumuşatacağını sanıyorsa yanılıyordu. Tekrar arkamı döndüm ve arabama doğru yürüyeceğim sırada bu defa da önüme geçti. Sağa doğru bir adım attığımda o da sağa doğru bir adım attı ve yeniden önümü kesti. Sola doğru bir adım attığımda beni tekrar etti ve karşımda durdu.
'' Sanırım şimdide köşe kapmaca oynuyoruz. ''
Sakinleşmek için gözlerimi yumdum. O, üzüntüsünü gizlemek için gözlerini yumarken ben sakinleşmek için yumuyordum. Biz onunla her yönden farklıydık ama o bunu anlayamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKAN'SIZIM
ChickLitAdam sevdi, çok sevdi. Fakat kadın bunu görmedi. Bir gün adam dikildi kadının karşısına: Seviyorum, sonsuzluk kadar seviyorum, dedi. Kadın güldü, inanmadı. Adam inandırmak için her şeyi yaptı. Sonra kadın düşündü, düşündü. Kadın düşündükçe adam umut...