Onun dünyasının çöküşünü izlemek kolay değildi. İzin verse ve elini uzatsa çıkaracaktım onu o enkazın altından. Fakat o tüm hırçınlığını bir kaban gibi üstüne giymiş asla taviz vermiyordu duruşundan. Nasıl yapardım bilmiyordum ama o soğuk dünya da bırakmayacaktım onu.
Eskisi gibi bakmazdı, gülmezdi biliyordum ama bir renk bulaştırmalıydım yeniden hayatına. Buna deli gibi ihtiyacı vardı. O kadar savunmasızdı ki çaresizce yardım dilendiğinin farkında bile değildi. Ölümüne bu kadar hızlı koşuyordu işte.
Gözlerinden benim yüzümden dökülen her damlada kavruldum. Onun gözündeki yerimi tahmin etmek zor değildi. Onunla sırf Cansu'nun kalbi için oynadığımı düşünüyordu. Nasıl düşünmezdi ki?
Ona söylediğimiz yalanlar sonunda zincirini kırmış, hayata küskün bir Defne'ye göz açtırmıştı onu. Yine de onu bu kadar kırıp dökerken halen bir umut, şans istiyorduk ondan. Oysa ne kadar bencildik.
Beni dinlemek istemediğini haykırarak üst kata çıkmıştı. Belki de biraz zaman tanımalıydım ona. Henüz yaşadıkları o kadar tazeydi ki kendi bile düştüğü bu durum içinde kafasını toparlayamıyordu. Yine de sabırsız yanım bir an evvel bu sorunu ortadan kaldırıp atmayı istiyordu. Fakat ne olursa olsun öfkesi yatışana kadar beklemeliydim.
Onu kendi haline bırakmaya karar vererek kapı önüne koyduğum poşetleri mutfağa taşıdım. Demir sağ olsun rica mı ikiletmemiş ve hemen küçük bir alışveriş yapıp gelmişti. O da neler olduğunu merak ediyordu. Beni yine dağılmış gördüğünde endişeye kapılmış zor bela göndermiştim onu da. Yine aynı şeyleri yaşamamdan korkuyordu herkes. Biliyorlardı ki dünyam karardığında orada yitip gittiğimi. Bu yüzden müdahale etmek istemelerini anlayabiliyordum ama şu an ki durum öncekiler gibi değildi. Daha önce bir ölüm yaşamıştı kalbim. Şimdiyse bir kaybedişe direndiğimi bilmiyorlardı.
Yiyecekleri buzdolabına yerleştirip salona geri döndüm. Ayaklarım yukarı çıkmak için can atıyordu. Defne yine ağlıyor muydu merak ediyordum onu. Muhtemelen de ağlıyordu. Oysa ona burada bir söz vermiştim. Onu mutluluktan ağlatmak yerine bu şekilde kalbini kırdığım için öfkeliydim kendime. Verdiğim hiçbir sözü tutamamıştım onun karşısında. Ne mutlu edebilmiş ne de koruyabilmiştim. Kuş misali hevesle çırpınan kanatlarını koparıp, kafese hapseden bendim. Ona sunduğum dünyada mutluydu. Şimdi ise tüm savunmasızlığı ile ortada kalmıştı.
Bir süre merdivenler ve salon arasında mekik dokudum. Merakım baskın gelmiş ve kazanmıştı. Ağır adımlarla üst kata yöneldim. Merdivenin sonundaki odanın kapısı kapalıydı. Derin bir nefes alıp kulpu çevirdim. Tahmin etmeliydim. Kilitliydi.
Kapıyı hafifçe tıklatıp ''Defne'' diyerek seslendim ve beklemeye devam ettim. İçeriden hiçbir şekilde ne bir ses ne de bir hareket gelmişti. Anlaşılan artık yüzümü bile görmek istemiyordu. Nasıl dinletecektim kendimi bana bu kadar kapalıyken.
Yere çöküp sırtımı duvara yasladım. Şu an sevdiğim kadın kollarım arasında olması gerekirken ne haldeydik. Kokusuna hasret kalmıştım bile şimdiden. Uzuvlarım can çekişiyordu onu sayılarken. O ise hem yanımda hem de değildi.
''Özür dilerim senin kalbini bu kadar kırdığım için'' dedim fısıldayarak. Beni istese de duymazdı biliyordum. Yine de susmak gelmedi içimden. Benden böyle ayrı dururken acımı dökmek istedim sadece içimden.
''Haklısın sonuna kadar ama bana son bir kez şans daha versen. Beni bir kere dinlesen ve öyle kalmak istemezsen gitmene izin versem''
Yalvarışlarım küçük bir umut kırıntısı arıyordu karanlığın içinde. Bu zifiri dünya da ellerim onu bulamıyordu. Fakat arayışlarımı sürdürecektim. Bu şekilde kaybetmeyecektim onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN ONA AŞIKSIN 2- SIYAH
General FictionUmudun tükenişi yüze çarpar ya rüzgar misali Kalp kırığı cam kesiği gibi acıtır canı Deniz dalgalanır, fırtına kopar Savrulursun o lodosun içinde Yeniden yeşermek kolay değil Dal kırıldığında kökten medet bekleme... 04.07.2016 tarihinde yazılmaya...