4.BÖLÜM

6K 286 12
                                    

Uras'ın yanından ayrıldıktan sonra yukarı çıkıp kendimi odaya kapatmıştım. Saatlerdir tavanla bakışıyor, kendimi düşünmeden alamıyordum. Her durağın sonunda kalabalık ve telaş içinde kalıyordu beynimin içi. Çıkar yolum yoktu. Bulduğum her çarenin sonucu buradan gitmeyi işaret edip duruyordu bana. Bu görünen durumda gitmekte imkânsızdı. Uras beni kolay kolay bırakmayacaktı.

Ona alan tanı demiştim bana fakat bunu yapamazdı biliyordum. Aynı evinde kalmaya devam ettikçe biz birbirimizden uzak kalamasak da içimizde yaşayan öfke ve gerçek hızla bizi birbirimizden uzaklaştıracak ve geri dönülmez bir yola sokacaktı. Uras'ın bulmak istediği o şans tümüyle bir yıldız gibi kayıp gidecekti dünyamızdan. Bunu ona nasıl anlatmalıydım henüz bilmiyordum fakat bir gün daha burada kalmaya niyetim yoktu.

Yerimden sıkıntıyla kalkıp odadan dışarı çıktım. Gecenin karanlığı ve sessizliği hâkimdi evin içerisinde. Parmak uçlarım üzerinde hareket ederek merdivenlerden aşağı indim. Işıklar her yerde kapalıydı. Camdan içeri süzülen ay ışığı içerisini aydınlatmaya yetiyordu.

Etrafıma kısa bir an göz gezdirip ilerlemeye devam ettim. Geniş oturma odasının girişine geldiğimde Uras'ı geniş koltuğa uzanmış uyur vaziyette buldum. Gözlerim onu incelerken adımlarım ona akmaya başlamıştı bile. Sessizliğimi sürdürerek başucuna ilerledim.

Yanına ulaştığımda dizlerim üstüne çökerek yüzüne baktım. Yorgunluğu ile derin bir uykuda görünüyordu. Kaşları hafif çatıktı. Uykusunda bile anlaşılan sorunlar ona rahat vermiyordu. Limi kaldırıp yavaşça alnındaki çizgiye dokundum. Gerginliği gevşemeye başlarken bir yanım uyanacak diye korku duyuyordu. Yine de ona dokunmaktan kendimi alamıyordum.

Alnındaki hareketime son vererek sakallarına uzandı parmak uçlarım bu sefer. Oysa başka bir zaman olsa onlara rahatça dokunup okşamak hoşuma giderdi. Şimdi bu şekilde dokunmak ve sevememek canımı yakıyordu.

Öfkem yanındayken azalıp dingileşiyordu. Bana yaptığı ihaneti aklımdan çıkaramıyordum ama bir türlü. Canı istediği gibi yönlendirmişti beni bu zamana kadar. Bu gerçeği öyle kolayca hazmedemiyordu içim. Onu ne kadar seversem seveyim öfkem yeniden öne geçmeyi başarıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Yine kafamın içine üşüşen gerçekler beni ondan uzaklaştırmaya yetmişti. Bir anda yerimden kalkıp ona tepeden bakmaya başladım. O an daha önce fark etmediğim detayı da görmüştüm böylece.

Başının altındaki gevşek avuç içinde parlayan taş ışıldıyordu. Hafifçe eğilip dikkatli baktığımda onun bana aldığı yüzüğü görmüştüm. İşte ona bunu anlatmak istiyordum. Umutsuzluk içinde beni yanında tutarak yeniden ona ait kılmayı istiyordu. Bu sağlıklı bir düşünce değildi. Hele ki hayatımızla ilgili vereceğimiz kararda bu kadar zayıf olmamamız gerekiyordu.

Başucundan ayrılıp geldiğim gibi parmak uçlarım üzerinde ilerleyerek dış kapıya doğru yürüdüm. Ona kaçmayacağıma dair verdiğim sözü tutamayacaktım. Buradan bir şekilde uzaklaşmam gerekiyordu.

Kapıya ulaştığımda kulpunu yavaşça aşağı büktüm ve kendime doğru çektim. Fakat o da bana verdiği sözü tutmamış beni yine kafesine hapsetmişti.

''Gitmeyecektin'' dedi bir anda arkamdan gelen ses. Ani sıçrayışım ile gözlerimi yumdu. Harika! Onu uyandırmıştım.

''Kilitlemeyecektin'' dedim yönümü ona karşı dönüp tıpkı onun yaptığı gibi hesap sorarak.

''Seni senden iyi tanıyorum Defne'' dedi bana doğru birkaç adım atarak. Karşımdaki bilmiş haline sinir oldum. Nasıl beni iyi tanıyabilirdi ki? Tanıdığını iddia ediyorsa başta beni burada zaten kilit altında tutmazdı.

Ona karşı olan öfkem yeniden su yüzüne çıkıyordu. Kafayı yemek üzereydim. Daha açığa çıkan gerçekler ile yüzleşemeden üzerime bu denli gelmesi haksızlıktı. Nasıl görmezdi bana bu şekilde daha fazla zarar verdiğini?

''Yeter artık Uras gitmek istiyorum!'' dedim dişlerim arasından sertçe. Kaynayan bir kazan gibi içim fokurdamaya başlıyordu.

''Sana kaç defa daha söylemem gerek Defne? Buradan benim sana olan aşkımı görmeden, bensiz olamayacağını anlamadan ve gerçekleri kabullenmeden gidemezsin''

Onunda sesi sert ve otoriter çıkmıştı. Bu çıkışı karşısında gözyaşlarımı yerinde tutamamıştım bende. Nasıl bu hale gelebilmişti o? Nasıl bencil bir adama dönüşmüştü?

''Bencilsin! Beni böyle kendinden uzaklaştırdığının bile farkında değilsin'' dedim ona karşı içimdekileri yansıtarak. Böylece aramızdaki pamuk ipliğine bağlı zamanımız bitmişti. Birbirimize sarf edeceğimiz sözler bizi o geri dönülmez yola sokacaktı.

''Kibir dolusun!'' dedim öfke ile birkaç adım atıp girişteki aynanın üstüne elime geçen objeyi fırlatarak. Ayna büyük bir gürültüyle parçalanmıştı. Bu benim öfkemi durdurmadı. Daha çok taştım ve döküldüm.

''Aptalsın!''

Yeni bir objeyi daha alıp onun çaprazında kalan duvara fırlattım. Küçük vazo yüzlerce parçaya bölünürken duvardan seken bir cam parçası onun kaşının üstüne sekti. Herşey birkaç saniye içinde olup bitmişti. Seken cam onu bir anlık duruşunu değiştirmiş eli alnını buluştu. Parmak uçlarına bulaşan kan ile grileşen gözlerini üzerime çevirdi.Onun kanayan yarasını gördüğümde zaten öfkem balon misali bir anda sönüvermişti. Ayaklarım çivi ile yere çakılmış gibi olduğu yerde kalmışlardı. Ben ona zarar vermiştim. Göz yaşlarım bir bir yere düşerken gözümü kırpmadan kaşından yanağına doğru uzayan kırmızı sıvıya dikkat kesilmiştim.

Birkaç adım atarak hızla yanıma geldi. Yürüdükçe yerdeki cam parçaları ayaklarının altında çatırdamıştı.

''Sorun yok'' dedi donmuş yüzümü avuçları arasına alıp ısıtırken. Ben ise halen kaşının üzerine bakıyordum. Çok derin görünmese de bunu ona ben yapmıştım.

''İyiyim bir şey yok. Hadi gözlerimin içine bak'' dedi beni hafif sarsarak. Olmuyordu. Yapamıyordum. Dikkatimi bir türlü o kesikten çekemiyordum.

''Defne'' dedi yine beni transtan çıkarmaya çalışarak. Hamlesi başarılı olmamıştı. Bu yüzden ansızın beklemediğim bir şey yaptı. Beni öptü.

Dudaklarının sıcaklığını hissettiğimde girdiğim transtan ayrıldım. Onu geri itmeye çalışırken elim göğsünü dövüyordu. Nihayet onu itmeyi başardığımda ondan olabildiğince uzaklaştım. Sırtım az önce üzerinde parçalar kırılan duvara yaslanmıştı.

''Özür dilerim'' dedi karşımda geçerek. Bir özür olan biteni değiştirmiyordu. Neden görmüyordu bıraktığımız tahribatı. O karşımda öylece dururken gözyaşlarım hiç durmadı. ''Bana bunu yapamazsın Uras!' dedim inleyerek. Kalbimde hissettiğim acı o kadar fazlaydı ki artık bunu daha fazla taşıyacak halim kalmamıştı. Ayaklarım gücünü yitirirken kendimi yere bıraktım. O ise büyük bir adımda gelip beni tuttu.

''Yoruldum Uras'' dedim kolları arasına sinerken. Onun her zaman huzur veren kolları bana pranga olmuştu.

''Biliyorum...'' dedi sırtımı sıvazlayıp beni sakinleştirmeye çalışırken. Deniz kokusu nefes almamı kolaylaştırmıyor aksine ciğerlerimi yakıyordu şimdi.

''Haklısın, sana zaman tanımalıyım'' dedi beni kendinden uzaklaştırıp gözlerimin içine bakarak.

''Birbirimize zarar vermeyelim artık'' dedim çaresiz bir kabullenişle. Başını aşağı yukarı sallayıp beni yeniden kendine kolları arasına alıp son kez kokumu içine çekti. Geri bıraktığında ''Demir'i arayacağım. Seni gelip alacak'' diyerek hızla yerinden kalktığı gibi cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı tek hamlede açıp çıkıp gitti.

Onun gidişi ile aramızdaki o bağıda beraberinde götürmüştü. Bunu istemiştim ondan ve sonunda o da bana vermişti. Fakat içim hiç rahat değildi. Kalbimin ortasında koca bir kara delik oluşmuş bize ait olan anıları yutuyordu. Gerçekten bitmiş miydik biz? Tükenmiştik o bir gerçekti.

Dışarıda yankılanan lastik sesi ile oturduğum yerden kalkıp dışarı koştum. Uras'ın aracı uzaklaşmaya başlamıştı gecenin ortasında. Yüreğimiz sökülürcesine ayrılmıştık işte. Korktuğumuz sonu yaşamıştık. İçimdeki aşk artık sonsuz değil onsuzdu da.

Tekrar gücüm yok rüzgârda salınmaya

Canımın acısından görmüyor gözlerim etrafı

İçime işlemeyen rüzgâra karşı dursam da

Kollarımı açsam yeredüşerim kırık kanatlarımla

SEN ONA AŞIKSIN 2- SIYAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin