Playlist: Beyoncé - Broken-Hearted Girl
2003, Istanbul
"Aptal!"
"Salak!"
"Domuz!"
"Ayı!"
"Ayı mı?" diye cırladım, doktorun az önce sardığı koluna vurup.
Gurur'la bizi öylece gördükten sonra sinirle havuzun olduğu arka bahçeye gitmiş ve ağaçlardan birine çıkmıştı. Onu oradan indirmek için defalarca kez dil döksem de, bana tek kelime etmeyip, sonunda kendi bildiğini yapmış ve inat edip aşağıya inmemişti. Bende kızıp onu orada bırakmış ve annemin yanına, mutfağa gitmiştim. Yarım saat sonra Ali'nin acı dolu haykırışlarını işitince ev ahalisiyle birlikte arka bahçeye koşarak çıktım ve onu gördüm. Ağacın dibinde, kolunu tutarak insanın içini sızlatacak şekilde, acıyla bağırıyordu. Doktor kolunun kırıldığını ve bir ayda ancak iyileşebileceğini söylediğinde ona dönüp elimle 'oh olsun,' hareketini yaptıktan sonra dil çıkardım. Ayıymış! Sensin ayı!
Suratını buruşturup deminden vurduğum kolunu tuttuğunda dilimi ısırıp korkuyla ona doğru eğildim. "Acıdı mı?"
"Acıdı," dedi hemen. Daha çok eğilip sarılı kolunu üflemeye başladığımda, "Öyle geçmez aptal," diye söylendi. Kaşlarımı çatıp bir kez daha üfledikten sonra kirpiklerimin altından ona baktım. "Ama benim bildiğim tek şey bu. Yara başka nasıl iyileştirilir, bilmiyorum ki..."
Pembeye benzeyen dudakları kıvrıldı. "Ben biliyorum," dedi. "Yaralar öpünce iyileşiyormuş."
Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. "Sahi mi?"
İri iri açtığım gözlerime uzun uzun baktıktan sonra suratındaki ifade yumuşadı. "Sahi."
"Öpersem geçer mi?"
"Geçer."
Gülümseyip sarılı koluma yeniden eğildim ve sargının üzerine bir öpücük kondurdum. Heyecanla geri çekilip mavi gözlerine baktım. "Geçti mi?"
Bana yeniden hayat müjdeleyen bir gülümsemeyle baktı. "Geçti."
* * *
Kollarımı dayadığım balkon demirleri bir süre sonra kemiklerime uyguladığı baskıdan dolayı sadece acı veriyordu. Gözlerimi uzadıkça uzayan gecenin karanlığına diktim. Boğucu bir davetten kurtulmak için kendimi salonun balkonuna atmıştım. Biraz olsun nefes alabilmek için, kendim gibi hissedebilmek için...
Nefes almak...Gözlerimi kapatıp uzun bir soluk aldım. İstanbul cidden bunaltıcıydı. Gece çöktüğünde tüm ışıltısıyla ortaya çıkan o muhteşem görüntü sizi büyüleyebilirdi. Siyah inciye benzeyen hali dibinizi düşürebilir, sizi afallatabilirdi. Uğrunda şiirler, romanlar, şarkılar yazılabilirdi. Güzelliği nutkunuzun tutulmasına sebep olur ama aynı zamanda ölümünüzü de hazırlayabilirdi. İstanbul tuhaftı, belki de tüm günahlara ev sahipliği yaptığı için bu kadar karaydı geceleri, bu yüzden siyah inciye benzitiliyordu belki de?
"Üşüyorsan içeri girmelisin." Omuzlarıma bırakılan siyah ceketle irkildim ve kim olduğunu adım gibi bildiğim halde, omzumun üstünden geriye doğru baktım. Bu kadar tepkisiz oluşu beni deli ediyordu. Onca şeyden sonra bana iyi davranmasını beklemiyordum ama hiçbir şey yaşamamışız gibi davranmasını da beklemiyordum.
"Sende duygularını saklamaktan vazgeçmelisin." dedim, Ali de yanıma geçip kollarını demire yasladığında. Beni taklit edip gözlerini uzağa diktiğinde, bakışlarımı ondan çekmeden devam ettim. "Bana kızdın biliyorum, çok kızdın, hatta şuan muhtemelen öfkenden kuduruyorsun ama yine de bir şey söylemiyorsun. Çocuk gibisin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hercai
Fanfiction"Hercai çiçeğinin hikayesini bilir misin, Mertoğlu?" Terastan festival alanını izlerken, onun kaba ayak seslerine sinir bozucu kahkahası da karışınca istemsizce gerildim. "Ben de kime soruyorum değil mi?" Gülmeye devam etti ve tam yanımda durup be...