Playlist: Pinhani - Ne Güzel Güldün
2003, Istanbul
"Bir, iki, üç, dört..."
Saklambaç.
"Beş, altı..."
Kalbimi bu denli gümbürdeden şey, bir oyundan ibaretti.
"Yedi...sekiz...dokuz...on!"
Ağaçlarından arasından, bana epey bir uzaklıkta kalan ve gözlerini yumup, evin altındaki çınar ağacına yasladığı kafasını kaldıran Ali'yi izledim. Bir süre gözlerini kırpıştırarak etrafını kolaçan ettikten sonra, "Seni bulacağım küçük fare!" diye çoşkuyla bağırdı.
Göremeyeceğini bildiğimden dilimi rahatça çıkartıp sessizce, "Göreceğiz sarı oğlan." diye fısıldadım. Ali birkaç dakika boyunca beni havuzun etrafındaki süs heykellerinin arasında arayıp durdu. Birden olduğum yere döndüğünde, ses çıkarmamaya özen göstererek yan evin bahçesine doğru yaklaştım. Evin bahçesine girmek yerine bahçenin arkasından dolaşıp Ali'nin saydığı çınar ağacına ulaşabilir ve oyunu kazanabilirdim. Dizlerimin üstüne çöküp, emekleyerek bahçedeki ağaçların dibinden arka bahçeye yol alırken Ali'nin arkamdan huysuzca sızlanışını duydum ve sinsice sırıttım.Kazanan ben olacaktım.
Görüş alanından tamamen çıktıktan sonra ayağa kalktım ve kirlenen eteğimi hafifçe silkeledim. Yeniden yürümeye başladığımda, oldukça uzaktan gelen, boğuk bir ses işittim.
Ali'nin sesini uzaktan bile olsa tanırdım. O ses Ali'ye ait değildi. Rüzgârda dalgalanan ağaç yapraklarına, birbirinden güzel seslerini yarıştıran kuşlara ya da Tombul'a da ait değildi. Tombul ağlamazdı.
Evet, duyduğum ses birinin ağlama sesiydi. Öylesine uzaktan geliyordu ki, gerçekten emin olmak için durup daha dikkatli dinlemeye karar verdim. Bana oyunu bile unutturan bu sesin izini sürmek için adımlarımı ters yöne çevirdiğimde bir an durup arkama baktım. Umarım Ali'yi yokluğumda etrafı ayağa kaldıracak kadar sinirlendirmezdim.
Sese doğru yeniden yürümeye başladığımda bir yandan tedirginlikle eteklerimi parmaklarımın arasını alıp sıkıyor, diğer yandan etrafımı inceleyip gözlerimle sesin kaynağını arıyordum.
"Belki de ağlayan bir kuştur..." diye kendi kendime mırıldandığımda sesin yoğun olduğu ağaçların arasına ürkek bir adımla yaklaştım.
Fazla telaştan aniden aklıma Ali'nin fillerin çok duygusal hayvanlar olduğundan bahsettiği an düşüverdiğinde gözlerimi ardına kadar açıp, "Belki de ağlayan kocaman bir fildir." diye fısıldadım. Ancak bir fille nasıl anlaşılır bilmiyordum. Keşke Ali'ye haber verseydim diye düşündüm. O bir fille nasıl anlaşıldığını bilebilirdi. Bilmişlik taslamak dışında bir yardımı dokunabilirdi belki...
Ağaçlı yol sona erip, bir düzlüğe çıktığında sesin asıl kaynağını orada, yolun tam ortasında gördüm. Yatıyordu. Yolun ortasında öylece yatıyordu.
Koşarak yanına ulaştığımda bana bakmadı. Toz ve kir içinde kalan üstüne bakıp telaş içinde, ona seslendiğimde hiç oralı olmadı. Dümdüz üstünde yattığı yolun katran karasını izliyordu.
"Kalk," dedim hemen. "Kalk."
Sesini çıkarmadı.
"Ne yapıyorsun sen burada?" diye mırıldanıp dizlerimin üstüne çöktüm ve pislik içinde kalan üstüne yakından baktım.
Yutkunup elindeki beyaz şeyi yavaşça yere bıraktığında, kaşlarımı çatıp onu izledim.
"Tam burada," diye söylendi, sesi o kadar kısıktı ki, duyabilmek için kafamı ağırca yüzüne doğru yaklaştırmak zorunda kaldım. Devam etti. "Annemi tam burada kaybettim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hercai
Fanfiction"Hercai çiçeğinin hikayesini bilir misin, Mertoğlu?" Terastan festival alanını izlerken, onun kaba ayak seslerine sinir bozucu kahkahası da karışınca istemsizce gerildim. "Ben de kime soruyorum değil mi?" Gülmeye devam etti ve tam yanımda durup be...