Playlist: Ed Sheeran - Photograph
25 Mayıs 2003, İstanbul
"Selin bir daha Ali'ye vuracak olursan seni buna pişman ederim!"
"Ama Rana Hanım--"
Ses tonuma engel olamayarak bağırdığımda Ali ellerini kulaklarını kapatacak şekilde kafasına yasladı. Aniden içimdeki öfke kabardı ve bir anlık zayıflığından yararlanarak bacağımı kendime çekip ardından hızla, oldukça sert bir şekilde ona doğru savurdum. Ama Ali buna alışıktı, etkilenmedi bile.
Ona sinirlendiğim zamanlarda öfkeme yenik düşüp bacağına tekme sallamam dışında zararcı bir yanım yoktu. Dediğim gibi bu...sadece alışkanlıktı. Azıcık tehlikeliydi, Ali'nin sağ ve sol olmak üzere iki bacağı da morluklardan dolayı mozaik bir pastaya benziyordu ama bundan şikayeti yok gibiydi, itiraz etmiyordu. Ya da aynı şekilde benim bacağıma vurmuyordu, sanırım canımı yakmak istemiyordu.
Aman, ne olursa olsun bu bize özel bir hareketti ve öyle kalacaktı!
"Selin!" diye bağırdı Rana Hanım, etrafa ağzından tükürükler saçarak. Bu haliyle kızgın bir boğaya benziyordu, korkumdan küçük dilimi yutmama ramak kala annem, şey Güneş Anne diyecektim, imdadıma yetişti. Tıpkı koruyucu bir melek gibiydi.
"Neler oluyor Rana Hanım?"
Bayan Kızgın Boğa, öfkeli gözlerle Güneş Anne'ye döndüğünde bende Ali'ye bakmakla meşguldum. Sinsi ama bir o kadar da ne hissettiği anlaşılmayan bakışlarıyla kafamı karıştırırken kaşlarımı çatıp dil çıkardım.
"Bitti artık Güneş Hanım! Bu kıza olan sabrım tükendi!"
Bir anda öfkem de dahil her şey buharlaşıp yok oldu. Kirpiklerimin altından, korkuyla bir Rana'ya bir de Güneş Anne'ye baktım. Bu da ne demek oluyordu?
"Siz ne diyorsunuz Rana Hanım?"
"Bitti diyorum," dedi çok net, keskin bir tonda. "Yarın sabah bu kızı evde görmek istemiyorum!"
"Ama--"
"Derhal bu kızı göndereceksiniz, Güneş Hanım."
Mertoğlu ailesinin tehtidkâr, kötü ve en bencil kadınının faturamı o akşam kestiğinden, ertesi sabah haberim oldu. Ertesi sabah, Güneş Anne'yle birlikte Berlin uçağına bindiğimizde, yanımızda bir de bavul vardı.
Yine de geride bir şey bırakmamak adına toplanılan o bavula rağmen, 25 Mayıs sabahı; bir çok anlamda her şeyi geride bırakamayacağımızı oldukça dramatik bir şekilde göstermişti bana.
Çünkü ben, her geçen yılın 25 Mayıs'ında takvim yaprağına bakarken tek bir şeyi anımsayabiliyordum; o da, çocukluk hikayemin, sarı saçları ve mavi bir cehennemi andıran gözleriyle, suratındaki yaramaz gülümsemesini unutamadığım o aptal oyun arkadaşım yüzünden yarım kaldığıydı.
* * *
Istanbul 2013,
Burada öylece beklemem hataydı. İstanbul'a, onun boktan doğum günü partisi için dönmem kesinlikle koca bir hataydı. Annemin beni İstanbul'a dönmem için niye bu kadar çok zorladığını bilmiyordum. Onun dediğine göre sadece beni özlemişti ve tek nedeni buydu. Hazır Ali'nin uluslararası doğum günü partisi de kutlanıyorken bunu bahane edip mutlaka burada olmamı istemişti.
Ve şimdi, buradaydım. Dram kokan bir sebepten ötürü elimde Ali'nin hediyesiyle birlikte, onu bekliyordum. Tek istediğim yarınki aptal partisinden önce hediyesini verip işin içinden sıyrılmaktı ama aptal sarışın efendimiz hâlâ ortalıklarda yoktu.
Nefesimi üfleyip etrafa bakındım ama hayır, yoktu işte. Odasının kapısında beklemektense içeride beklemek bir anda gözüme daha iyi gözükünce soluğu odasında aldım. On yedi yaşında ergen bir çocuğa göre oldukça baş döndürücü ve pahalı parfümünün kokusu burnuma nüfuz ettiğinde ilkte inanamadım ama bu odanın ona ait olduğundan adım gibi emindim. Yatağa doğru ilerledikçe koku dahada yoğunlaştı ve istemsizce kendimi yatağa bıraktım. Koku o kadar inanılmazdı ki, ben bile ne olduğunu tam olarak tahmin edemiyordum.
Yaklaşık on dakika boyunca kendimi kokuyu tanımlayabilmek için zorlayınca, aniden kahkaha atma isteğimi engelleyemedim. Ne garipti, değil mi? On yıl önce beni evlat edinildiğim aileden kopartan çocuğa beslediğim duygular, iyinin yanından bile geçemiyorken şimdi onun yatağında parfümünden dolayı mest olmuş bir şekilde uzanıyordum.
Beni evlat edinen Güneş Mertoğlu'ydu ve beni evlat edinmesinin sebebi çocuk sahibi olamamasıydı. Ali'yle bir sorunu yoktu, aksine evde onunla en iyi anlaşan yine kendisiydi. Fakat hem Ali için hemde kendisi istediği için bir evlat edinmeye karar vermişti. Yetiştirme yurdunda beni görene kadar istediği bir erkek çocuğuymuş ama ne olduysa beni seçmişler. O zamanlar dört yaşında olduğum için tam olarak hatırlayamıyordum ama bu aileyle ilgili ilk hatırladığım şey Ali'ye aitti. Bana bakıyordu. O kadar garip bakıyordu ki, korkumdan ne yapacağımı bilememiş ve bacağına tekme atıp yanından kaçmıştım. Tıpkı onu son gördüğümde yaptığım gibi.
Tabii sonra onun yüzünden Berlin'e gitmek zorunda kalmıştım. Güneş'te beni bırakmak istemeyince, beraber gidip oraya yerleşmiştik. Güneş Anne altı sene yanımda kaldıktan sonra beni oradaki yurda yerleştirdi ve İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. Tabii bazen bir ayda bazen iki ayda bir olan sürpriz ziyaretlerini es geçmemek lazımdı.
On sene bir çok şey için geride bıraktığım çöp yığınlarından oluşuyordu sanki. Bir şekilde yarım kalmaya mecbur bırakılmıştım. Elimdeki tek suçlu ise bu odanın sahibiydi; Ali Mertoğlu.
Zaman eskileri düşündükçe, öfkem ve kızgınlığımla harmanlanan yoğun bir hisle akıp giderken göz kapaklarım nefis kokunun lezzetiyle kapanıyordu. Bunu durduramıyordum. Belki de durdurmak istemediğimdendi, bilmiyordum. Tam bilincimi yitirmek üzereyken aralanan ve içeri giren kişiyle daha da baskınlaşan koku keyfimi iyice yerine getirdi.
Birkaç adımda yanıma gelen gölgeyi tam olarak görmeye çalıştım. Gece karanlığı o kadar belirsizdi ki, siyah gölge iyice yakınlaşarak işimi kolaylaştırmak istercesine hafifçe üzerime eğildiğinde ancak farkına varabildim. Mavi gözleri ile benim hiçbir özelliği olmayan koyu kahve gözlerimin arasında birkaç santim varken nefesini dudaklarımda hissettim.
"Buradasın," diye mırıldandı.
Hiçbir şeyi kavrayamayacak durumda ve uçak yolculuğundan dolayı hayli bitkin olduğumdan sadece gülümsemekle yetindim.
"Peki sabah uyandığımda yine gidecek misin?" diye sordu. Cevap vermedim. Onun yerine beni iyice mayıştıran kokusunu içime çekip, ellerimi daha fazlası için yüzüme doğru eğdiği yüzünde gezdirdikten sonra ensesinde birleştirdim ve onu tamamen yatağa çektim. Kafamı göğsüne yasladığımda bu kez dudaklarından yüksek sesle bir inilti yükseldi. Önemsemedim ve yüzümü kokunun en çok yoğun olduğu yere, boyun girintisine sakladıktan sonra memnuniyetle gülümsedim.
Daha sonrasında birkaç mırıltı daha duydum ama belime dolanan ellerin sıcaklığıyla bu ilahi şeye tamamen teslim oldum ve uyuyakaldım.
Bu bakışlarıyla cehennemi yaşatabilen mavi gözlü çocukla, yaramaz bir kızın hikayesiydi. Ve ben de, yıllar geçtikçe yarım kalan şeyin sadece benim çocukluk hikayem olmadığını anlayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hercai
Hayran Kurgu"Hercai çiçeğinin hikayesini bilir misin, Mertoğlu?" Terastan festival alanını izlerken, onun kaba ayak seslerine sinir bozucu kahkahası da karışınca istemsizce gerildim. "Ben de kime soruyorum değil mi?" Gülmeye devam etti ve tam yanımda durup be...