Playlist: Zayn - Like I Would
2003, Istanbul; Ali'den,
"Selin! Oyun bitti! Çık artık ortaya! Selin sinirleniyorum bak!" Nefes nefese koşmaya devam ederken birden karşımda onu bulunca durdum ve daha güçlü bir sesle, "Selin!" diye bağırdım. Oturduğu yerde kolunu tutup sızlanırken bir çırpıda yanına koşup, dizlerimin üstüne çöktüm.
Sargılı kolumun acımasını önemsemeden sırf o istediği için Garaj'da saklambaç oynamaya başlamıştık ama onun aptal huyu yüzünden oyunun adı sadece Selin'i bulma oluveriyordu. Çünkü her zaman ilk o saklanır, ben ebe olurdum ve onu bulmak samanlıkta iğne aramaktan daha beterdi. Yine en saçma yeri kendine saklanılacak yer diye seçmiş ve beni endişelendirmeyi başarmıştı. Her zamanki gibi. Üstüne bir de düşüp kolunu incitmişti!
"Bir daha bu kadar uzaklaşmayacaksın, duydun mu beni?"
"Ama oyunun amacı bu değil mi Ali? Neden bana kızıyorsun ki? Sen ebesin, bulmak zorundasın." Omuz silkti ama canının yandığı belliydi. Onu böyle görmek, benim de içimi eziyordu.
Sinirli bir bakış atıp, "Hayır," dedim. "Bundan sonra bir daha saklambaç oynamayacağız ve böylece sende yanımdan uzaklaşamayacaksın. Bir daha izin vermeyeceğim."
Kaşlarını çatıp doğrulmak istedi ama incittiği kolu yüzünden canını acıtmıştı. Gözleri dolu dolu olduğunda sinirimi de, kendi kolumun acısını da unutuverdim bir anda. Yatağına oturup elimi sarılı kolunun üstüne koydum. "Çok acıyor mu?"
Kırmamıştı ama incitmişti. Ben bile zor dayanabiliyorken o nasıl katlanabilirdi bu acıya? "Çok acıyor Ali."
Yavaşça sargının üzerinden kolunu okşadığımda bana ters bir bakış attı. "Bana yalan söyledin."
Ona düz bir şekilde baktım. "Ben sana hiç yalan söylemedim."
Kaşlarını kaldırdı, bir merak sarmıştı bedenini. "Emin misin? Hiç mi?"
"Hem de hiç, yalan söylemedim," diye tekrarladım. Koyu kahve gözlerine doğrulttuğum bakışlarım, kirpiklerini titreştirdiğinde hafifçe gülümsedim. "Ben sana asla yalan söylemem, koca gözlü kız. Asla."
* * *
Garaj yerine evin önüne çektiğim arabanın kapısını sertçe kapattıktan sonra elimle rüzgârda dağılan saçlarımı düzelttim. Feci bir kasırga geliyormuş gibi soğuk rüzgârların esiri olan İstanbul, insanın iliklerine kadar işleyebilirdi. Güneş Hanım ve babam kendi arabalarıyla geldiklerinde Güneş Hanım'ın üzerinde şal olmadığını hatırlayıp adımlarımı hızlandırdım. Babamın arabası durduktan sonra aceleyle arabanın etrafını dolaşıp kapılarını ben açtığımda babam şaşırmıştı. Doğrudan Güneş Hanım'a bakıp, "Çok soğuk," dedim. "Eve birkaç saniye içinde girmezseniz, donabilirsiniz."
"Düşünceli oğlum benim," deyip elini bana uzattığında nazikçe eşlik edip koluma girmesine izin verdim. "Tamam, o halde hazırız," diyip çocuk gibi geri sayıma başladığımda Güneş Anne bana katılarak beni şaşırtsa da, gülümsemeden edemedim. Üç. İki. Bir!
Giydiği uzun elbise yüzünden adım atmakta zorlansa da, bana ayak uydurunca çok kısa bir zaman içinde eve girebilmiştik. Evin kapısından içeriye adım atar atmaz gülmeye başlayınca dayanamayıp ona eşlik ettim. "Gerçekten soğukmuş," dedi babam ellerini birbirine sürterek bizim arkamızdan geldiğinde. Güneş Anne ona dönerek, "Öyleymiş." dedi ve bana bakarak gülmeye devam etti. Hole doğru attığımız bir kaç adımdan sonra görüş açımıza suratı beş karış olan Rana Halam girdiğinde ikimizde duraksadık, ve ardından gülmeyi kestik. Bir bana, bir Güneş Anne'ye baktıktan sonra yalandan gülümseyip, "Programınız hayli eğlenceliydi galiba," dediğinde aynı şekilde cevap verdim. "Evet, fena sayılmazdı." Dönüp Güneş Anne'ye gülümsediğimde bana parlak bir gülümsemeyle karşılık verdi. Gülüşü, beynimde başka birini uyandırırken zihnimi silkeleyip kendime gelmeye çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hercai
Fiksi Penggemar"Hercai çiçeğinin hikayesini bilir misin, Mertoğlu?" Terastan festival alanını izlerken, onun kaba ayak seslerine sinir bozucu kahkahası da karışınca istemsizce gerildim. "Ben de kime soruyorum değil mi?" Gülmeye devam etti ve tam yanımda durup be...