Ali'nin telefonuma cevap vermesi her zamankinden daha kısa sürünce kaşlarımı çatıp konuşmaya direkt onu azarlamakla başladım. "Hiç uyumaz mısın sen?""Uyuduğumda da rahat bırakmıyorsun ki, Selin." diye mırıldandı hattın öteki ucundan. Eğer aramızda kilometrelerce hatta kıtalarca mesafe olmasaydı tekmeyi bacağıma basmakta gecikmezdim.
"Aramadığımda da sen rahat bırakmıyorsun," diye onu suçlamaya geçtiğimde derin bir nefes verdiğini duydum.
"Saat gecenin ikisi, bu saatte beni azarlamak için mi aradın?"
"Ehm," dilimi ısırdım. Saat farkını unutmuştum. Orada saat gece ikiyken burada sabah onu çeyrek gösteriyordu. "Özür dilerim, saat farkı tamamen aklımdan çıkmış. Ee, kapatayım istersen?"
Beklemeden, "Kapat," diye cevapladığında ani yanıtı karşısında şaşırdım. Yine de dediğini yapmak için parmağım kırmızı "Aramayı Bitir" butonuna giderken, "Kapat ve bilgisayarını aç. Gece gece sadece sesinle yetinemem." diye eklediğini duydum. Müthiş bir hızla telefonu kapatıp bilgisayarımı yatağımın üstünden alırken banyodaki su sesi kesildi.
Bilgisayarı açar açmaz ekranda beliren ismiyle kalbim ritmini hızlandırdı. Derin bir nefes alıp saçlarımı düzelttim ve yatağın üstünde bağdaş kurup bilgisayarı bacaklarımın üstüne bıraktım. Görüntülü aramasını kabul ederken onun tarafını gösteren mavi ekranın bir an önce kaybolmasını istedim. Nitekim öyle de oldu. Mavi ekran gitti ve yerinde beni her zerresiyle saç uçlarıma kadar titredebilen adamın yüzü belirdi.
Onu görür görmez kocaman gülümsedim.
O da beni görür görmez kameraya doğru gülümsedi.
"Özledim..." dedim, onu görür görmez ağzımdan çıkan kelimelerden biri buydu. Birkaç dakika bile görmesem özlediğimi hissettiğim adamla aramda şu an saatler, günler, kilometreler vardı.
"Ben de," diye mırladı, sesi de en az kendi kadar kediye benziyordu.
Gözlerinden anlaşılıyordu ki, uykusuz bir hali vardı. Yeni uyandığı için de olabilirdi, buradan pek emin olamıyordum.
Etrafındakilerden anladığım kadarıyla benim odamdaydı. Arkasında açık bir televizyon vardı. Görüntüler tam net olmasa da bundan önce arayıp sorduğumda bana verdiği trilyonuncu aynı cevaptan dolayı yine çocukluğumuzdan kalan videoları izlediğini biliyordum. Bugüne kadar hep fotoğraflarla yetinmişti, annem ona hiç videolardan bahsetmemişti ama ben bir şekilde varlıklarından haberdardım. Bir hafta önce Sidney'e dönmek zorunda kaldığımda geride ben yokken izleyebilsin diye Ali'ye birkaç video kasedi bırakmıştım. Ve onda tamı tamına altı gündür ona bıraktığım üç dört kasedi başa sarıp tekrar tekrar izliyordu.
Bir anda dudaklarımdan, "Seni seviyorum," itirafı dökülünce Ali gülümseyerek önüne döndü. Birkaç dakika boyunca sessiz sessiz sırıttıktan sonra yeniden kameraya döndüğünde kaşlarımı çattım.
"Sen bir şey söylemeyecek misin Ali?"
O sırada banyonun kapısı açıldı ve içeriden bornozuyla birlikte oda arkadaşım Benny fırladı. "Kaç kere söyledim şu suyu doğru dürüst ayarlasınlar diye! Yıkanayım derken haşlanmış tavuğa döndüm!"
Normalde yatağımda iyice yayılıp ona sırıtırdım ve, "Senden tavuk değil, şu sevimli halinle olsa olsa haşlanmış tavşan olarak çıkardın oradan," diyip onu sinir ederdim ama ne yazık ki şartlar hiç normal değildi.
O bornozunu çekiştire çekiştire giysi dolabına ilerlerken gözlerimi Ali'ninkilere dikip ters ters baktım. "Sanırım bir şey söylemeyi unuttun..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hercai
Fanfic"Hercai çiçeğinin hikayesini bilir misin, Mertoğlu?" Terastan festival alanını izlerken, onun kaba ayak seslerine sinir bozucu kahkahası da karışınca istemsizce gerildim. "Ben de kime soruyorum değil mi?" Gülmeye devam etti ve tam yanımda durup be...