Playlist: Shayne Ward - No Promises
2003, Istanbul
"Seviyor...sevmiyor. Seviyor...sevmiyor. Seviyor, " duraksadım ve papatyanın sona kalan tanesine hüzünle baktım. "...sevmiyor."
Ali parmaklarıyla saçlarımı tararken kafamı onun dizlerinden kaldırıp sertçe gözlerine baktım. "Bana başka papatya bul. Bunu sevmedim." diyip yolunmuş ve geriye sadece sarı kısmı kalmış papatyayı çimlerin arasına fırlatarak boşta kalan elimi Ali'ye uzattım.
Ellerini saçlarımdan çekip etrafına bakındı. Ve hemen yanında duran papatyalardan bir tanesini yine benim için koparıp avcuma bıraktı. Tekrar dizlerine uzandığımda o da saçlarımla oynamaya devam etti.
"Seviyor...sevmiyor. Seviyor...sevmiyor. Seviyor...sevmiyor. Seviyor...sevmiyor. Seviyor...sevmiyor. Seviyor," kaşlarımı çatıp sona kalan beyaz yaprağı hızla koparttım ve o papatyayı da fırlatarak diğerlerinin yanına gönderdim. "Sevmiyor!"
"Papatyaları hiç acımadan yoluyorsun sonra onlardan seni sevmelerini istiyorsun." dedi Ali, yüzünde düşünceli bir ifade vardı.
Somurtup omuz silktim. "Onların beni sevmesine ihtiyacım yok! Zaten papatyaları bundan sonra bende sevmeyeceğim."
Ali kendini tutamayıp halime güldüğünde kaşlarım iyice çatıldı.
"Ne?" dedim kaba bir ses tonuyla. "Neden gülüyorsun?"
Neden güldüğünü söylemedi ama kenarda duran canlı papatyalardan bir tane daha koparıp bana uzattığında anlamsız bakışlarıma gülümseyerek karşılık verdi.
"Papatyalar her zaman doğruyu söyler. Al," dedi yolunmamış capcanlı bir papatyayı avcuma bırakırken. "Bir de benim seni sevip sevmediğimi sor ona."
Kafamı iki yana sallayıp papatyayı çimlere kucağına bıraktım. "Olmaz!" diye reddettim hemen. "Ya o zaman da 'sevmiyor' çıkarsa?"
Ali dudak büküp kafasını yana yatırdı.
Adını bilmediğimiz bir ağacın altında onun kucağına uzanmış yatarken ilk defa kendimi huzursuz hissettim.
Huzursuz ama bir o kadar da cesurdum. Papatyaya o soruyu sorup cevabımı almak için yavaş yavaş beyazlarından koparmaya başladım.
Hem de ilk defa bir papatyanın bana verebileceği cevaptan deli gibi korkarak.
* * *
Bazen bir uçurumun kenarında hissedersin kendini.
Tek bir an, tek bir küçük an için, o uçurumun kenarındasındır ve üstüne bastığın o çizgi sana bir iplikten daha ince gelir. Çünkü basit dünya düzeninin tam arasındasındır. Tam ortasında. Tıpkı hayat ve ölümün arasında kalan son nefes gibi. Üstünde durmaya çalıştığın o ipliğin kalınlığı seni ne kadar taşıyabilir? On iki saniye mi? Yirmi beş mi? Kırk üç mü? Bir dakika mı? Ne kadar? En fazla ne kadar dayanabilirsin uçurumun kıyısında? Altındaki toprağın tek bir hareketiyle bile dengeni yitirmen an meselesiyken seni kimin kurtarmasını bekleyebilirsin oradan? Hangi güce güvenebilirsin? En yıkılmaz dediğin ağaç bir anda zayıf, cılız bir çalıya dönüşebilecekken seni kim çekip çıkarabilir dersin?
İşte ben tam oradayken, o uçurumun son çizgisindeyken ve tüm dengemi soğuk ve yağmurlu bir günün çamurlu topraklarının üstünde kurmuşken verebileceğim en kusursuz kararı vermiştim. Kusursuz ama tehlikeli bir karardı. Aynı zamanda akıllı bir aptal gibi hissettiriyordu, büyük bir çıkmaza sürüklenmem an meselesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hercai
Fanfiction"Hercai çiçeğinin hikayesini bilir misin, Mertoğlu?" Terastan festival alanını izlerken, onun kaba ayak seslerine sinir bozucu kahkahası da karışınca istemsizce gerildim. "Ben de kime soruyorum değil mi?" Gülmeye devam etti ve tam yanımda durup be...