Hepinize merhaba :") Bu bölüm 1K olmamızın şerefinedir. Hepinize çok teşekkürler. Normalde daha bölüm paylaşmayacaktım, çünkü DGS 21 Ağustos'a ertlendi. Ama 1K okumaya ulaştığımız için yeni bir bölümle bunu taçlandırmak istedim. Hepinize iyi okumalar dilerim...
Arkasından nefes nefese yetiştiğinde karşısındaki sarışın ve yakışıklı beden, bir yunan tanrısını tasvir edercesine mermerden bir heykele dönüşmüştü. Anın şokuyla bir süre sadece gözlerini dikip Claude'un taşlaşmış bedenini inceledi. Kendine geldiğinde ise Caelum ve İgnis de gelmişlerdi. Muhtemelen Claude'un heykele dönüşmeden önce attığı imdat çığlığını duymuşlardı.
Caelum, Claude'u o halde görünce mağaranın önündeki küçük dar alana inmeye çalıştı ama başaramayınca sitem dolu kükremeler atmaya başladı.
- Caelum! Claude'u pençenle tut ve peşimden gel!
Nubes, Caelum'a verdiği komutun anlaşılıp anlaşılmadığından emin olmasa da, İgnis'in üzerine atlayıp Caelum'un ne yapacağını izledi.
Şükürler olsun ki mavi-beyaz ejderha onu anlamıştı ve şuan taştan heykeli zarar vermek istemezcesine özenle kavrayıp, Nubes'in arkasından havalanmıştı. Nubes ise bu sefer İgnis'e komut vererek Carl ve Arthur'un muhtemelen gezindiği kuzey bölgesine doğru uçmaya başladılar. Nubes şuan olayın henüz yeni yeni farkına varıyordu. İçinde büyüyen ve artık göğüs kafesini sıkıştırmaya başlayan ağırlığı gözlerinden dışarıya akıtmamak için kendini zorluyordu. Sevdiği adam gözlerinin önünde bir taşa dönmüştü! Ve bunun için kendini suçluyordu, salakça espriler yapıp onu kızdırmasaydı eğer, yanından ayrılmayacaktı. Onu koruyabilecekti... Lanet olsun!
Yaklaşık 15 dakikadır gökyüzünde süzülmelerine rağmen Carl ve Arthur ikilisini bulamadılar. Tam vazgeçip, tek başına bu olaya bir çözüm aramaya karar verdiği sırada, köyün kuzey doğusundan kendilerine doğru yaklaşan Acus ve üzerinde Arthur'u görünce ne zamandır tuttuğunu bilmediği nefesini dışarıya verdi...
Köyün kuzey girişinden biraz uzaktaki ormana hep beraber indiklerinde Arthur "Claude nerde?" diye sordu. Ancak sonra Caelum'un bişey taşıdığını ve yere bıraktığını farketti ve başını o yöne çevirdi. Bu beyaz mermer kendisine birini anımsatıyordu... Bir kere o pelerin kendi okullarının üniformasıydı ve yüzündeki korku ifadesi... Claude!
- Claudeee!! Noldu ona Nubes!!
Nubes ve Carl Arthur'u hemen tutup sakinleştirmeye çalıştı. Ancak Arthur ikisinin elinden kurtulup arkadaşının taşlaşmış bedenine koştu. Yüzüne koluna omuzlarına dokundu...
- Nubes... Arkadaşıma ne oldu....
Öylesine yavaş, öylesine sessiz ve öylesine kırık söylemişti ki, bir anda Arthur'un sesi de taşlaşmıştı sanki. Arthur, Claude ile geçirdiği şu birkaç ayda onunla bu kadar yakın olduğunu anlayamamıştı. Onu böylesine benimsediğini, bir kardeşi yerine koyduğunu... Şimdi kalbindeki bu acı, ona Claude'un kendisi için ne kadar önemli bir hale geldiğini gösteriyordu. Yavaşça Nubes'e doğru dönüp olanları anlatması için gözleriyle komut verdi. Carl da meraklanmış ve üzülmüştü, o da Nubes'e döndüğünde, prens konuşmaya başladı.
+ Köyün batı tarafında uçarken, bir dağın yükseklerinde oyuk daha doğrusu içeriye uzanan bir mağara gördüm. Ancak oraya vardığımızda ejderhalar için çok dar olduğundan, içeriye sadece ikimiz girdik. Elime de bir sopa alıp ucunu tutuşturmuştum, meşale olarak kullanmak için. İçerde karanlığa doğru yürüyorduk, Claude'u biraz kızdırdım, o da sinirlenip benim önüme geçti. Ona yetişmek için arkasından koştuğumda farketmediğim bir kayaya omzum çarptı ve meşale elimden düşüp söndü. Ne olduysa ondan sonra oldu zaten...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eviata Efsanesi (Gay)
FantasyGörüşünü engelleyen eller ortadan kalktığında, Claude gördüğü manzarayla bir süre konuşamadı. Sanki bütün Eviata ayaklarının altında gibiydi. Ejderhasıyla uçarken bile böylesine güzel görünmemişti bu topraklar gözüne. Ayışığının katkısı büyüktü tab...