4- KAMPÇILAR

151 8 9
                                    

Bayılıp Mark'ın üzerine düştü.

Ayıldıktan sonra hala şaşkınlık içindeydiler. Geldikleri yere alışmaya çalışıyorlardı. Dönüş portalı yoktu. Son'daki gibi güçlü bir canavar vardı da onu yenince mi portal açılacaktı ki. Kardeşler akşam olursa diye toprağın altını kazıp orada kalacaklardı. Johnson toprağa vurdu ama kendi eli acıdı. Toprağa bir şey olmadı. Mark odun kazıp bir şeyler yapacaktı. Küçük bir ağaç bulup ona vurdu. Ağaç ilk önce yamuldu. Sonra yaprakları hızla Mark'a çarptı. Mark:

--Bu ağaç bir canavar ! Bana saldırıyor, dedi. Johnson:

--O bir fidan. Ondan odun çıkmaz. Baltanı kullan ama dikkat et bu dünyadaki her şeye dikenler büyüsü yapılmış. Ona saldırdığında sen yara alıyorsun. Luke eşya yığınında yayını ve oklarını aradı. Ayaklarına alışamadılar. Eskiden bacakları ile aynı kare ayakları vardı. Şimdi daha uzun, ellerindeki gibi beş parmaklı ayaklar. Gökyüzündeki bulutlar bile köşesizdi. Güneş bakılamayacak kadar parlaktı. Mark büyülü elmas baltasını yığından aldı ama büyüsü yok olmuştu. Balta çok ağırdı. Yerde sürüye sürüye normalde güçlü olmasına rağmen baltayı kaldıramadı. Var gücüyle bir daha denedi. Kaldırdı ve hızla ağaca sapladı. Ağaç eski haline dönmeden bir daha kaldırmaya çalıştı ama yorulmuştu.

--Acıktım galiba, dedi ve yığında yemek aradı. Toprakların içinde bir biftek buldu. Üzerinde toprak vardı.

--Bifteğimin üzerinde toprak bloğu var. Johnson:

--Bir şey olmaz. Kürekle kaz sonra ye. Mark yığında demir bir kürek buldu. Bu da balta kadar ağırdı. Kürekle bifteğin üzerine vurdu. Topraklara bir şey olmadı ama biftek ortadan ikiye bölündü. Johnson'a heyecanla:

--Burada bir yiyeceği parçalarsan iki yiyecek oluyor, dedi. Johnson sevinerek:

--O zaman yemek sıkıntımız olmayacak, diye mutlu oldu. Luke yayını kullanmayı denedi. Okunu aldı ve yayını çekti. Yayı bıraktı ve yay yüzüne çarptı. Yüzü kızardı. Bağırmaya başladı. Johnson koşarak yanına gitti. Yığından anında sağlık iksiri aldı. Yanağı kıpkırmızı olmuş. Johnson sağlık iksirini yere fırlattı. Luke'un yanağı düzelmişti ama iksirin parçalanan camları kardeşlerin vücudunu çizdi. Çok acıtmamıştı ama birkaç yeri kanadı. Kanayan yerlerine bakıp:

--Vücudumuzdan akan şey lav mı ? diye şaşırarak baktılar. Dokundular ama yakmıyordu. Johnson nasıl geri dönüleceğini düşünürken:

--İksirin damlalarıdır, diye geçiştirdi. Mark göle gitti. Gölün karşı tarafında iki insan vardı. Kardeşlerine söyledi. O insanlara soru soracaklardı ama tedbir amaçlı silah aldılar. Ama tüm silahları ağır olduğu için en hafif olan taş kılıcını aldı. O da ağırdı ama kullanabiliyordu. Koşarak insanların yanına gittiler. İki kampçı çadır kurmuşlar ve gölün etrafında dolanıyorlardı. Üç kardeş silahları ile yanlarına gitti. Kampçılar kardeşleri yeni fark etti. Kardeşler:

--Neredeyiz biz ? diye soruyordu. Kampçılar silahları fark etmeden:

--Burası çam ormanı siz de mi kamp yapmaya geldiniz ?

--Bu diyarın adı ne ? Kamçılar soruyu anlamamıştı. Sonra yay ve taş kılıcı fark ettiler. Ellerini kaldırıp korka korka:

--Sorun istemiyoruz ? Para isterseniz veririz ! Kardeşler ne olduğunu anlamamış bir şekilde:

--Bu diyarın adı ne ? Nasıl çıkılıyor ? Kampçılar yavaş yavaş geri gidiyordu. Kardeşlerin akıl hastası olduğunu düşünüp:

--Ormandasınız şu patikadan gidebilirsiniz. Diğer kampçı sessizce üçten geriye sayıyordu.

--Bir ve koş, dedi ve kampçılar tabana kuvvet koşmaya başladı. Mark peşlerinden koşuyordu. Hızlı ilerlemek için sıçrayarak gitmeyi denedi ama çok daha yavaş ilerliyordu. Koşa koşa ilerledi. Önünde bir çalı vardı. Takılmamak için atladı. Yüzünün ortasına koca dal çarptı. Hızla çalının üzerine düştü. Burnu kanıyordu. Yere serilmişti. Kendi kendine:

--Bu diyarı hiç sevmedim, dedi.

Devam edecek...

MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ 2: DÜNYA PORTALIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin