11. Yeşilçam Kokulu İstanbul

9.9K 488 116
                                    


Kayboldum aşk yollarında 
Bul beni beni 

Zeki Müren _ Sev Beni Beni 

⭐ 

     Deniz babasıyla birlikte arka taraftaki bahçede oturuyorlardı. Babası belki arada asker damarı tuttuğunda bir ateş topuna dönüşse de sütliman bir adamdı aslında. Deniz de Mavi de onunla dertlendiklerinde rahatlıkla demlenebilirlerdi. Şimdi de Deniz onu yapıyordu. Babası evin içindeki gramofonu çıkartmış ve zengin plak koleksiyonlarından bir Zeki Müren bulmuştu. Şimdi Zeki Müren'in mükemmel sesi tüm bahçeyi kaplıyordu. 

"Gündüzler gecem olmadan, gerçekler yalan olmadan, yalnızlık beni bulmadan, sar beni beni..." 

Babasının gözleri bulutluydu. Anlaşılan annesi, Müzeyyen'i düşünüyordu. Biricik aşkı... Çalan şarkıdan belliydi zaten aklındaki düşünceler. Bu şarkı onların şarkısıydı. Babası çoktan dalıp gitmişti şarkının notalarına. Deniz hafifçe kafasını omzuna bırakıp kollarını babasının koluna doladı. Babası bu sarılma ile sanki denizin dibinden çıkmış gibi derin ve keskin bir nefes çekti. Ardından boştaki kolunu kaldırıp elini Deniz'in yüzünde gezdirdi. 

"Anlatsana." dedi Deniz gülümseyerek. 

"Neyi?" dedi anlamamış gibi. 

"Nasıl tanıştınız annemle?" dedi Deniz çocuksu bir merakla. Bu hikayeyi küçükken annesinden çok dinlemişti ama babasından hiç duymamıştı. 

"Annen kim bilir kaç kere anlatmıştır." dedi isteksiz bir sesle.

"Evet, ama sen hiç anlatmadın. Hem Mavi de yok bu gece." dedi Deniz direterek. Mavi Winterfest'te olduğundan bu kadar rahattı. Mavi'nin normalde gitmeyeceğini biliyordu Deniz ama Eren onu iyi hissettirmek için gitmeye zorladığına emindi. 

"Ah, tamam cadı! Anlatacağım." dedi pes ederek. Derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. 

*** 

(Bu kısım Ata Erden'in ağzından devam edecektir Kesinlikle hak ediyor bence babamız.) 

               Bir cumartesi sabahı, hiç unutmam, '87 senesi nisan ayının 11'i. Deniz Harp Okulu son sınıfındaydım. Her izin gününde üşenmeden Tuzla'dan Sirkeci'ye gelir, Hafız Mustafa'da tam saatinde onun gelmesini beklerdim. Hiç sektirmezdi zamanı. Tam ikide girerdi içeriye. Masası da hep aynıydı. Benim tam karşımdaki masaya otururdu. Yaklaşık 15 dakika tek oturur sonra arkadaşları da gelirdi. Yalnız kaldığı 15 dakika boyunca ona bakmamak için kendimi zorlardım. Arkadaşları geldiğindeyse gözüm bir saniye ayrılmazdı üstünden. İki aydır böyleydi. Beni fark etmiş miydi bilmiyorum, gerçi fark etseydi büyük ihtimalle polise sapık suçlamasında bulunurdu. Herhangi bir tutuklanma olayı da yaşamadığıma göre farkında değildi. O yüzden rahat bir şekilde onu izleyebiliyordum. 

     O günlerden biriydi işte. Yine oturmuş masama, gelmesini bekliyordum. Saatime bakıyordum huzursuzca. Çünkü saat çoktan iki olmuştu ama o kapıdan girmemişti. Nasıl da üzülmüştüm! Ya bir daha hiç gelmezse, düşüncesi dönüp duruyordu aklımda. Kalkıp gitmeyi göze alamıyordum. Ya gidersem de o gelirse? Saat hızla ilerledi ama o gelmedi. Tam artık kalkıp gitmeyi düşünürken yanımda bir sandalye çekildi. Kafamı oraya çevirdiğimde onu gördüm. Gelmiş. Yüzümde öyle kocaman bir şok ifadesi ile ona bakıyordum. Yüzümdeki ifadeye kısaca gülüp konuşmaya başladı. 

"Bak adını bilmediğim insan evladı! Belli ki bana bir meylin var. İki aydır buraya benim için geliyorsun. Ne yalan söyleyeyim, ben de öyle. Ben de sana karşı boş değilim. Ama benim babam ve abim biraz ters insanlardır. Öyle beni birinin yanında görseler o birini doğduğuna pişman ederler. Yani öyle ölümden falan korkuyorsan, hiç girme kalbime. Hiç başlamayalım aşka meşke. Ne sen beni bil, ne ben seni" dedi dobra dobra. O konuşurken az da olsa şaşkınlığım çözülmüştü. Kendimden emin bir şekilde elimi uzattım.

Sekreterin GeçmişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin