Yol-Yolcu-Yolculuk

423 42 29
                                    

Hayatımı farklı bir yolun içinde bulduğum şu vakitlerde yazmak bana en iyi gelecek şey bunu biliyorum. İçimdeki tüm duyguları, her zaman yaptığım ve yapmaktan asla bıkmadığım şekilde şu satırlara akıtacağım ve dostlarımla yani sizlerle paylaşacağım.
Hüzünlü hissediyorum kendimi. Ağlamak için gözlerim hazır. Hatta göz pınarlarıma kadar yaşlar dolmuş çıkmak için izin istiyorlar. Elimde değil ki izin vereyim. Dokunsan durmaksızın belki günlerce ağlayacak kadar depolanmış göz yaşlarımı öyle kolay bırakamıyorum. Neden mi? Unuttun mu büyüdüm ben (!) Zamanın nasıl geçtiğine anlam veremeden; kovalar gibi çoğu zaman, kaçar gibi bazen geçtim zaman köprüsünden. Dolu veya boş bunun tartışmasını bilahare konuşuruz. Ama geçtim işte. Daha doğrusu geçtik. Sende büyüdün baya, hatta yaşlandın da diyebiliriz.
Ne var elinde peki? Ya da benim elimde ne var? Ohoo. Bir kaç diploma, eğitim sertifikaları, plaketler, ödüller, başarı belgeleri... Ne çok şey var değil mi elimizde? Peki ne kattı bunlar bize? Birkaç formül, sayısız ezberi bilgi; bir iki tane dağ tepe ismi, iki üç nota adı, bir tutam yazar-eser tekerlemesi, bir kaşık teknik çizim, bir su bardağı...
Sen bana şunu söyle azizim memnun musun halinden? Ya da dur evvela ben cevap vereyim. Hiç memnun değilim, mesut da değilim. Nedenlerinde misin yine işin? Tamam, o halde nedenlerinden de bahsedeyim sana. Hiçbir işime yaramayacak, hedeflerimde belkide hiç bir zaman katkı payı olmayacak formüller ve bilgi parçacıklarına yıllarımı verdim. Daha ne olsun. ''Büyümek istiyor musun?'' diye kimse sormadı bana. Hengame içinde geçen zamanlar da ara ara: "Artık sen büyüdün." nidalarını duyduğum zaman fark ettim ben büyüdüğümü. Sorumlulukları sırtıma 100-200-300 diye yüklerlerken fark ettim. Şimdi ise diyorlar ki: "Bu öğrencilik yıllarını özleyeceksin." Hiçbir anını hatırlamıyorum ki geçen yılların. Bana özel ne oldu ki ''özledim yahu'' diyebileyim. Yaratıcım beni hiç kimseyle eş tutmamışken, DNAmı herkesten farklı bir şekilde şifrelemişken; geçtiğim şu öğrencilik yıllarımda,iki yüzlü nasıl olunur, insan nasıl tek-tipleşir, sorgulamadan yaşam nasıl devam ettirilir, ezber nasıl yapılır, düşünmeden nasıl karar verilir bunları gördüm ben. Şimdi soruyorum bunları mı özleyeceğim? Güldürme beni azizim. Aklım çok yerinde olmayabilir ama delirmişte değilim. Hiç güzel yanı hatırlanamayan şey nasıl özlenir değil mi?

Bir ara "Sen küçüksün anlamazsınlar" yaygınken şu aralar "Artık kocaman oldunlar" yaygınlaşmaya başladı. Kim karar veriyor buna? Kimse bunun müsebbibi çıksın karşıma. Bir şey yapacağımdan değil, sadece bunca insanın hayatını, hayallerini, ömrünü çalan kim? Ben değilim bu sefer suçlu biliyorum. Ama kimse o kişi, ona etmek istediğim bir kaç kelam var yalnızca. Yaşlarımı geri versin bana. Ömrümden çaldığı yılları geri versin. Veremez mi? Alırken ne de kolay almıştı oysa. Herkes onun yanındaydı çünkü, şimdi ise ben yalnızım. Gerçi ben her zaman yalnızım şimdiye mahsus bir hal değil bu.

"Ömrünü neye harcın ey ademoğlu!" diyecekler bana, "Trigonometri gibi saçma bir sürü konuya kafa patlatarak" diyemeyeceğim. Çalışmak veya çalışmamak, vaktimi verimli kullanmak benim elimdeydi çünkü.

"Rabbini ne için ikinci plana attın" diyecekler, ben cevaben "Öğrenciliğimi anbean bana hatırlatan çevrem kulluğumu bana hatırlatmadı" demek isteyeceğim belki ama diyemeyeceğim, benim kurtuluşum için geçerli bir sebep olmayacağını bildiğimden.

''Taklidi yerine, tahkiki imana neden sahip olamadın?''diyecekler, ben ise"Hücrelerin bölünmesini anlatırlarken Allah'ın adını bir kez bile anmayan bir çevrede yıllarımı heba ettim" demek isteyeceğim yine ama biliyorum ki hiçbir faydası olmayacak.

''Allah'ın adını, peygamberinin adını, inancını neden başka insanlara ulaştırmadın, anlatmadın?'' diyecekler, ben belkide"Bana Allah'ı(c.c), ahireti, cenneti, Hz. Muhammed (s.a.v) destan kahramanları gibi (Haşa!) anlatıp ezberlettirdiler, gönlüme kalbime işlemedi kimse'' demek için çırpınacağım ama nafile.

"Peki, ibadetlerin?" diyecekler. Susup, ezilip, büzüleceğim. Cevap verecek ne sesim, ne halim, ne yüzüm olacak. "Öğretmenlerimin, patronumun, eşimin, çocuğumun peşinde koşarken kaçırdım." diyemeyeceğim. Fakat bana sorsalar tektonik oluşumlu gölleri sayacağım, bana sorsalar felsefi akımları anlatacağım, bana sorsalar matematik teoremlerini çözeceğim, bana sorsalar bir kitabın adını ben yazarını söyleyeceğim. Fakat kimse sormayacak. Çünkü lüzum olmayan bir şeyin sorulması ne kadar mantıksız bir şey değil mi?

Lüzumlu olanları öğretenler olmadı, öğrettim sanıp kenara çekilenlerle doldu etrafım. Araştırmak, sorgulamak, cevap aramak, cevap vermek, en önemlisi düşünmek olan bu birkaç vazifeyi yerine getirmiş olsaydım/olsaydık şayet ne kaybolan yıllarım, ne hatırlayamadığım ibadetlerim, ne unuttuğum kulluğum, ne yoksaydığım ahiret hayatım olacaktı.

Yeni yeni uyanıyorum.

Yoksa sen, hala, uyuyor musun?

Peki, neyi bekliyorsun?

Acaba sırf dünya hayatı için mi yaratıldın ki, tüm vaktini dünya için harcıyorsun?

~HER ŞEY BÖYLE BAŞLADI~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin