°8° Kış Kış

15.5K 893 113
                                    

Kimi soğukta ateş yakmaya çalışır, kimiyse yangında ateşi söndürmeye.
Mesele her zaman ateş meselesidir.

İkisi de yanıyordu. Tek bir nedenden değil, nedenlerin hepsinden yanıyorlardı. Öfkenin ateşini arzu körüklüyor, azıcık ucundan da ben diyip fitne atıyordu bir çırada. İçteki yangına inat bedenler titretecek kadar soğukluk yayıyordu etrafa.

Nesrin kollarını çözemedi. Sadece kollarını değil, dilini de çözemedi. Hamza düğümlemişti gözleri hariç her şeyini. Kördüğümü dudaklarıyla atmış, sağlamlığını baş parmaklarıyla test etmişti.

Hamza, Nesrin'in anlayamadığı sözlerinden sonra baktı durdu. Bir daha baktı ara vermeden ve bir daha, bir daha...

Nesrin kendine geldi. Kaç dakika geçti, saniye miydi yoksa zamana kattıkları yeni bir birim miydi bilmiyordu ama kalbi en gümbürtülüsünden dört beş tur dönmüştü. Sıra şok duygusunun üzerini örttüğü gerçek hisleri uyandırmadaydı.
Yaylada sabah olmuştu.

Sadece yaylada değil, evde ruhen uyuyan millette uyanmıştı anlaşılan ki evin ordan kapı sesi gelmişti. Hamza uyuşan beyni ve çıkıp ayaklarının dibine düşecek kalbi arasında hangisini dizginlesem diye düşünmeye çalışırken adeta dürtüklendi. Nesrin'in kollarını hızla çözüp sessice boynuna eğildi.

'Bu nasıl boyundu lan! Gel yumul diye göz kırpıyordu resmen. İmtihandı vesselam!'

" Sabah yedide dışarı çık, gelip alıcam gönlünü."

Gönlünü zaten almıştı ki Hamza. Daha neyi alacaktı? Nesrin bitmişti, daha da bitecekti.

Nesrin'in aklından geçen diğer şey ise o saatin çok erken olup olmadığıydı. Saat yedide kim uyanacaktı ki? Hoş, uyanmadı da zaten.

Ertesi sabah geç saatlere kadar mayhoş kafayla bir güzel ağlamış, sonrada vurup kafayı yatmıştı ve sonuç olarak saat on biri vururken şişmiş gözlerini açmaya çalışmıştı. Açmıştı da, ama sadece teoride.

Sürüne sürüne banyoya girmiş, çıkışta ana baba ayrı ayrı azarını kahvaltı niyetine yemiş (ki neden yediğini de bilmiyordu) yatağını toplayıp sonra yatarak tekrar bozmuş ve akşamı Hamza'yı full kapasite düşünerek geçirmişti. Öpücüğü kendine yedirememişti bizim Nesrin. Normalde sevinmesi gerekirdi değil mi?
Kime göre, neye göre?
Sevinmedi, sevinemedi, neresine sevinecekti? Hissiz bir herif onu öptü diye mi sevinecekti? Nesrin Hamza'yı seviyordu, Hamza Nesrin'i değil.

Nesrin'in bir öpücüğe yüklediği anlam çok fazlaydı. Hamza'nın yüklediği anlamın az olduğunu düşündüğü için ölmüştü, öldürülmüştü.

Akşam saatlerinde ev ahalisine bir şey belli etmemek adına çay servisini yaptı. Normaldi, yani öyle davranıyordu. Ama gözlerinin kızarıklığını saklamaya çalıştığı saçlarının ardından Toroman farketmişti üzgün olduğunu. Gidip Abla Nesrin'e bir şey diyememiş, odaya geçip ağlamıştı. Nesrin bir bilse Toroman'ın bu halini o gülsün diye yedi yirmi dört sırıtırdı da işte.

Gece on biri vuruken saat, Nesrin tutuşturmuş çöplerin yarısını Toroman'ın eline, diğer yarısınıda kendi almış çıkmışlardı çöp kutusuna doğru yola.

Yaylana yaylana, sessiz sedasız, cenaze misali pat pat attılar adımlarını. Sonrada ellerindekileri attılar. Geri dönerken evin yanında bekleyen Hamza'yla da kalbi atmaya başladı bu ikisinin. Nesrin'in aşktan, Toroman'ın korkudan.

"Ablam! "

Şakıyan çocuğa cevabı sert adımlarla diplerine gelen adam verdi.

" Geç kapının oraya bekle ablanı Toroman! "

ZİYADE OLSUN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin