Bölüm: 48

687 37 10
                                    

Bölüm Şarkısı: Anathema - One Last Goodbye

Kaybolursun;
Kıyısı olmayan, hırçın bir okyanusta.
Kaybolursun;
Kalbi olmayan bir adamın cehennem gibi yanan kollarında.
Kaybolursun;
Cennet ve cehennem arasında, arafta.
Kabullenirsin;
Bir adam, bir cehennem, bir okyanus, seni hayata bağlayan tek şeydir aslında.

Matematik gibi olmalıydı hayat; net ve çözümlenebilir. Yaşadığımız her  saniyenin anlamı olması, bizi şartlandırması için bu gerekli olan tek şeydi belki de. Dünyadaki en aptal olduğunu düşündüğünüz kişi nasıl isteyince o aklın algılamakta zorlandığı, içinde kaybolduğu ve belki de sizin defalarca bakıp pes etmenizi sağlayan soruları çözebiliyorsa, hayat da aynı o formülle çözüme ulaşmalıydı. Bu sayede hak eden nihayetinde en kızışmış tutku olan aşkı belki de tadardı.

Aşk, tıpkı matematik gibi emek isterdi. Kimi zaman mutlu ederdi, kimi zamanda en zor şeylerle mücadele etmek zorunda bırakırdı insanı. Bazı insanların ise sınavıydı. Kimisi kör olmuş bir insan gibi davranır, kendini aşkın uçurumuna atmaktan korkardı. Ama kimisi vardı ki; o uçuruma gözü kapalı kendini bırakırdı. Kimisi ise arada sıkışıp kalır, atla desen atlayamaz uzaklaş dersen uzaklaşamazdı. İşte bu yüzden matematik gibi olmalıydı; riskli. Risk alan insan gökyüzünde uçan bir kuşun aniden kanadının yaralanmasıyla aniden yere çakılması gibi düşmeyi göze alırdı. Ama komada yatan bir insanın çok kısa bir sürede kendine gelip ayağa kalkması kadar da aniden yükselmeye de umut ederdi.  Arafta kalan insan ise rotası belli olmayan bir gemi gibi okyanusta savrulurdu.

Hangi taraftaydım bilmiyordum ama yine de bildiğim bir şey vardı. Bu zamana kadar ya hep, ya hiç metodunda yaşayan bir insandım ben. Asla arada kalmazdım.

Belki de bu yüzden bu konuda başarılı değildim.

"Ne düşünüyorsun sen yine? Kocası tarafından terkedilmiş, üç çocuğuyla açıkta kalmış kadınlar gibi bakıyorsun." Dediğinde gözlerimi önümdeki tabakta duran ve bıçakla oynayıp durduğum için enkaza benzeyen biftekten ayırarak Eylül'e çevirdim.

Ona ruhsuz bir bakış attığımda tek kaşını kaldırarak "Ne diye öyle bakıyorsun? Haklıyım." bakışı attı ve elindeki gazlı içecekten koca bir yudum aldı.

"Üzerine gitme Eylül." Dedi İz kısık fakat etkili bir sesle. Ona minnettar bir şekilde gülümsedim ve bakışlarımı tekrar önümdeki yemeğe çevirdim.

Oldukça geniş, kare şeklinde beyaz servis tabağının bir köşesinde ilk bakıştan mükemmel bir şekilde piştiği belli olan koca bir dilim biftek vardı. Üzerindeki izler pişmeden önce mühürlendiğini belki ediyordu. Tabağın neredeyse yarısını kaplayan etin tam karşısında özenli bir şekilde konulmuş daire şeklinde pirinç pilavı vardı. Hiç dokunmamış olsam dahi, oldukça lezzetli görünüyordu. Yine de o kadar iştahsızdım ki yeme de yanında yat şeklindeki gibi içinde iri şehriye tanelerinin de bulunduğu pilava bakıyordum. Tabağın boş kalan yerinde ise patlıcan salatası vardı.

Bir anlığına hayatımın bu servis tabağı kadar düzenli olmasını diledim.

"Bu yemekleri seviyordun. Neden yemiyorsun? Tadı mı kötü olmuş?" Dedi İz ciddi bir şekilde. Ona "Ciddi misin?" bakışı attım. Bir aşçı kadar mükemmel yemek yaptığını hepimiz biliyorduk.

"Saçmalama sadece iştahsızım." Dedim ve tabağın düzenini bozan paramparça ettiğim etten bir çatal alarak yedim.

"Kızım sen neden buna bakıyorsun? Oktay Usta gibisin, bak bana sayende üç kilo aldım. Yağız yanaklarımı mıncırıp duruyor."

Eylül'ün söylediklerine İz ve ben hafif bir şekilde tebessüm ettik.

Oğuzhan'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ağzını açmadan kaskatı kesilmiş bir şekilde yemek yiyordu. Bir saat önceki halinden eser yoktu.

KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin