Bölüm : 37

877 51 6
                                    

Medyadaki şarkıyla okumanız önerilir. YouTube' de fragmanımız yayımlandı. KIRMIZI| WATTPAD TANITIM yazarak izleyebilirsiniz.

Bir idam masası kurulmuştu beynimde. Karanlığa teslim olan, uzun bir yola açılan eski bir kapının önündeydi. İpteki sımsıkı düğüm, ölümün uzandığı hayatımın dar koridorlarını ele geçirmişti. Kocaman bir düğümün bir hayatı bitirdiği ihtişamlı gösteriyi hazırlayan tanıdıktı; kalemi elimde kırılmıştı. İpin ucunu avizeye bağlarken de, o tabureyi tam altına çekerken de oradaydım. Uzaktan, sanki haberim yokmuş gibi; izliyordum her hareketini. Soğukkanlı olmanın getirdiği telaşsız tavırların hüküm sürdüğü bedenimde tek bir titreme olmamıştı. Çünkü ben kabullenmiştim. Yıllar öncesinden, gözpınarlarım ağlamaktan kurulduğunda bile bunu kabullenmiştim, siyaha sığınarak. Ama ağlamaktan vazgeçmemiştim. "Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır." der Cesare Pavese. Ben geç olsa da, yalnız karar almanın olgunluğuna ulaştığımda vazgeçmiştim kabullenmekten. Kendimi aramaya başladığımda çoktan sahne beni bekliyordu. Biliyordum, boynumu geçirsem ipten o ip kopmazdı. Devirmeye cesaret edemesem tabureyi, o bir hareketle bunu zevkle devirirdi. Sırf bu yüzden bir halazın yavaş yavaş bedenimi sardığı gün ben de yaralarımı sarmaya başladım. Kendimi aramaya, bana bu soğuk ölümü tasarlayan adamdan başladım. Maktûl olmaktan, katil olmaya ilk adımı o zaman attım korkusuzca. Hayatının son dakikalarını, katil psikolojisinin el verdiği ruhumun tozlu satırlarıyla yazma cesareti her zaman kanımda vardı. O adam benim için ipi hazırlamışken; cesaretimin son kırıntılarıyla o ipi kafasına geçirmiş ve sandalyeyi tam da bu içimdeki güçle itmiştim.

Ve onun kalemi orada kırılmıştı.

Ama kalem kırıldığı zaman perdeler kapanmamıştı. O uzun ip, o avize, o düğüm onun ruhu gibi terk etmemişti sahneyi. Hala yerindeydi. Hala gösteriyi izlemek isteyen insanlar, en önde oturuyor ve beni bekliyorlardı.

Kendini aramanın ağır bedelleri vardı. Ve ben senaryoyu oyuncunun yazmadığını, idama cinayet süsü verilmediğini yeni anlıyordum.

"Hayır!"

"Sakin ol, biz... Biz bunu istemedik."

"O daha on altı yaşında. Ne diyorsun sen? Yalan! Bana yalan söyleme!"

"Üzgünüm."

"Üzgün olman onu geri getirmeyecek! Nasıl müsade edersiniz buna? Nasıl?!"

Gözlerim, uykuma ihanet ederek açıldığında kendimi çaresizce koridora attım. Beceriksiz adımlarla koridorda yürürken, uğursuz bir melodi çalıyordu beynimde. Uyuşmamı sağlayan melodi kanla mühürlenmiş notalardan oluşmuştu. Hüzün ve kaos karışmış ortaya ise yıkılmış bir Oğuzhan bırakmıştı.

"Mevsim," dedi kızarmış gözleriyle. "Bana bunların doğru olmadığını söyle."

Bu melodi Ada'nın Oğuzhan'a bıraktığı tek şeydi.

"Ben-" Henüz lafımı bile bitiremeden Aybars önüme geçti. Beynimde dönen çarklar, canımı yakarken beni koruması kalbimin teklemesine sebep oldu.

"Onun bir suçu yok Oğuzhan." Soğuk ses tonu önümde bir kalkan oluşturdu. Beni koruyan, her zaman yanımda olan yine de kenarı kırık bir kalkandı. Bu kalkanı kıran Oğuzhan'ın gözyaşları olmuştu.

O sırada üzerimde hissettiğim bakışlara kafamı çevirdiğimde, Eylül ve Yağız bana bomboş ifadelerle bakıyorlardı. Yağız ayağa kalkarken, Eylül bana daha önce yüzünde görmediğim, anlayamadığım bir ifade ile baktı ve Yağız'ın arkasından Oğuzhan'ın yanına geçti. Eylül değişmişti. Bakışlarındaki ruhsuzluk kan ürpertici olmasına rağmen değişen tek şey yine de o değildi. Duruşu değişmişti, giyimi hatta fiziği bile. Biraz kilo almıştı. Eskisinden fazla güzel ve fazla cesur durması bakışlarındaki özgüvenle birleştiğinde tamamen bir yabancıya baktığımı hissettirmişti. Ama içinin değişmediğini düşünüyordum.

KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin