Bölüm : 28

910 60 11
                                    

"Araf'ın sessizliğine sığındım, kendimden korkarak."

İnsanlar, hayatı bir cennet ya da cehennem olarak değerlendiriyor ve yaşadığı hayatla tarafını kararlı bir şekilde seçimlerinin ise hayatlarını değiştireceğine olan inançları ise bir gün olsun eksilmemişti, insanın yaratıldığı günden beri. Oysa ki bilmedikleri birşey vardı; hayat kendi seçebilecekleri bir taraf, düşündükleri şekilde ilerleyecek olan bir zaman değildi. Hayat, bizi en beklemediğimiz anda düzenimizden çekip kendine sürükleyen bir araftı. Bu arafta insanların hayalleri ve umutları soyutluktan soyutluğa geçişin ilk temsilcisiydi. Araf, hayattı; ne cennetti ne de cehennem. Araf insanı şaşırtacak derecede özgündü, araf karanlığa giden uçurumun yanındaki o kısa patika yoldu ve ben şu an arafta zar zor nefes alıyordum.

Belki de ben arafın ta kendisiydim ve kendimi tüketmeye çoktan başlamıştım.

"Uyumak istiyorum." dediğimde gözlerime odaklanmış olan gözlerini yere dikti. O gözler mekanikliğinin altında çözemediğim bir çok duyguyu barındırıyordu ve bütün ömrümü versem dahi o bana birşey anlatmadan asla anlayamazdım.

Sesini çıkartmadı ve adeta gözleriyle onu takip etmemi söyleyerek ayağa kalktı. Peşinden giderken yavaş ve tok adımlarla merdivenlere ilerledi. Yıllanmış olan tahtalar gıcırdayarak çığlık atarken, bu adamla burada nasıl barınacağımı düşünmekten kendimi alamıyordum ki eli bir anlığına tam görüş açıma giren sol cebine kaydı ve bugün gördüğüm kanlı falçataya dokundu. Yavaşça yutkunurken, uyumayı düşünmeye başladım. Gerçekten kendine zarar veriyor olabilir miydi? Onun ne yaptığı beni ilgilendirmezdi, özellikle bana vurduktan sonra. Onu düşünerek kendimi yormamalıydım.

Merdivenlerin bitimindeki koridordan ilerledikten sonra, bir odanın önünde durdu ve gözlerimizi usulca buluşturdu. Yine yeşillerini dikmişti bana… İfadesizce...

"Burası senin odan. Karşısındaki de benim." dedi ve başka hiçbirşey demeye tenezzül etmeden karşı odaya girdi ve sertçe kapıyı kapattı.

Odada ne yaptığı hakkında beynimde oluşan kötü senaryolar kapının önünden ayrılmamama sebep olurken, öylece durmaya devam ettim bir süre daha. Onun kendine zarar vermesini aklım hâlâ idrak edemiyordu ve kendimi nedenini sorgulamaktan alamıyordum.

Onun gibi bir insan neden kendine zarar verirdi ki?

Kafamı iki yana salladım. Elim kendi odamın kapısını açmak üzere kapı kulpuna gitti tereddütle. Tam kapıyı açacağım sırada acıklı bir inleme sesi kulaklarımı doldurdu. O sesle duraklarken derin bir nefes aldım. Sadece bir kere gelen ses, istemsizce beni odasına girmeye iterken kendimi zor tuttum. Yapamazdım. Gururum bana zarar veren birisini merak etmeye zaten el vermiyorken, odasına girip ona bakmak benim için bir işkence olurdu. Kan görmek zaten sonumu getirecekken, yanına gitmemenin gerçekten yararıma olduğunu iyice benimseyerek odama girdim.

Işığı açtığımda odayı taradı gözlerim. Geniş ve ferah odanın duvarları bembeyazdı. Büyük çift kişilik yatağın karşısında bir dolap, dolabın yanında ise bir konsol vardı. Yatağın tam solu ise, boydan boya camlarla kaplıydı. Güzel bir orman manzarasını gözlerimin önüne sunuyordu.

Derin bir nefes alarak yatağıma oturdum odayı inceledikten sonra. Aybars'ı düşünürken babamın yazdığı mektuptaki satırlar zihnime kazınmış, her bir cümle çoktan kendini sorgulamaya başlamıştı.

"Sen ve Aybars'ın birbirinizden başka kimsesi yok."

Acımasızca beynimi ele geçiren mektup bana yalnızlığı bir eşantiyon olarak bırakmıştı. Oğuzhan yoktu, Eylül yoktu... Beni ele geçirmek isteyen bir mafya ve ondan koruyabilecek tek kişi, bana vuran Aybars vardı. Dağın başında, onunla aynı evde kalmak içimdeki korkuları gün yüzüne çıkartırken uyuyamıyordum. Uykum çöken gözaltlarıma tezat olarak kaçmış, bedenimi terk etmişti.

KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin