Bölüm: 46

796 36 13
                                    

Bölüm Şarkısı: Scorpions - Humanity

Acının bir duvar olduğu, yalnızlıkla kamçılanan ruhların duyguları tıpkı bedenleri gibi toprağın altına gömülmüştü. İnsanın içine bir çiçek gibi ekilen duygular onun hayatını yönlendirirken, öldükten sonra bunun hiçbir anlamı kalmıyordu. İnsan öldüğünde, sadece öldüğüyle kalıyordu. Acılarıyla, mutluluklarıyla yeşeren tüm çiçekleri ölüyordu. Şairlere göre ölüm bu yüzden bu kadar anlamlı, herşeyden önce kavuşması güçtü. Aslında ölüm bir kurtuluştu. Ölümü arzulamak kendinden kaçmak gibi görünse de, aslında sadece  kalbinden kaçmaktı. Şairler nasıl acıyı seviyorsa, nasıl sahip oldukları sevgiyi kağıtlara yansıtıyorsa, içindeki ölüyü kağıtlara kusmaktan da çekinmiyordu. Sararmış, geçmişin bütün izini taşıyan eski kağıtlar bu yüzden bu kadar anlamlıydı. Şairler, kağıtlara cesedini bırakıyordu. Tıpkı şu an elimde tuttuğum yıpranmış kağıttaki ceset gibi.

"Sen içimdeki karanlığı gördün,
İçimdeki şeytanları kovdun.
Ellerime bulaşan kanı gördün,
Benim yerime kendini gömdün."

Onu kaybetmiştim. Aslında ona hiç sahip olmadığım düşüncesiyle sarsıldığımda, dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. Kalbime saplanan sivri uçlu şeytan mızrakları, kalbimi delip geçti ve gözyaşım elimde tuttuğum kağıtla buluştu.

"Aynalar mı yalan söyler mezarlar mı?
Karanlık mı daha kutsal aydınlık mı?
Cennette ölmek mı daha zor     cehennemde doğmak mı?
Sen yokken ölmek mi daha çok acı verir yaşamak mı?"

Hıçkırmaya başladığımda, artık iyileşmeye başlayan bacağıma dikkat ederek yavaş bir şekilde yere çöktüm. Uğruna ölebileceğim adam için zaten bir kalp toprağın altına gömülmüştü. Şimdi ikimize olan inancım bu şiirle tamamen ölmüş, hatta Gökdeniz gibi toprağın altına gömülmüştü.

"Mevsim?" Duyduğum sesle burnumu çekip gözyaşlarımı sildim ve çıkartabileceğim en iyi sesle cevap verdim.

"Efendim İz." Odaya girebileceği için hafifçe tökezleyerek yerden kalktım. Yavaşça yatağıma oturdum ve kağıdı katlayıp cebime koydum. Ben kağıdı cebime koyar koymaz tahmin ettiğim gibi İz odaya girdi.

"Kusra bakma telefonla konuşmam sandığımdan uzun sürdü," Dedi ve yatağın yanındaki tekli koltuğa oturdu. "Sen ağlıyor musun?" Oturduğu yerden kalkarak yanıma geldiğinde, yeniden sanki tamamını silmek mümkünmüş gibi gözyaşlarımı sildim. Buğulanmasına engel olamadığım gözlerimi ondan saklamak istercesine saçlarımı önüme siper ettim. İz yatağa oturdu ve yüzümü tutarak kendine çevirdi.

"Neyin var Mevsim?" Dedi üzgün bir şekilde. Birbirimize bakarken, kendimi tutamadım ve ona sarılarak hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözyaşlarım siyah kazağıyla buluştuğunda, tereddüt bile etmeden bana sarıldı. Saçlarımı okşarken, ona daha önce kimseye yapmadığım gibi sarılıyordum.

"Burdayım."

Aybars gideli neredeyse iki ay geçmişti. O bir ay içinde hayatımda bir çok şey değişmişti. Durumu berbat olan bacağım neredeyse iyileşmişti. Eylül ve Oğuzhan'la birlikte okula gidiyor, Alp'le geri geliyordum. İz de bir süredir bizde kalmaya başlamıştı. Aybars'ın gidişi kalbimde derin bir boşluk, ruhumda ise derin yaralar açmıştı. Yağız defalarca gelirken onun kilometrelerce uzakta olması adil değildi. Onsuz herşey eksikti. O yokken kendine bile yabancı hisseden, tek başına anlam ifade etmeyen bir harfe dönüşmüştüm. Ölümün çerçevelediği alfabede yerim bir hiçti.

"Anlat." Dedi İz sakin bir şekilde.

Ondan ayrıldığımda, tam karşımda merhametli bir şekilde anlatmamı beklemeye başladı İz. Onunla bu iki ayda çok yakınlaşmıştık. Benim için artık yeri Eylül'den farksızdı. Bıkmadan, usanmadan benimle ilgilenmişti. En önemlisi benim onu gördüğüm gibi o da beni kardeşi olarak görmüştü. Tereddüt etmeden cebime koyduğum kağıdı çıkartarak ona verdim. Kağıdı görünce ilk anlamamış bir şekilde biçimli kaşlarını çatsa da, hemen elimden aldı ve okumaya başladı. Okuduktan sonra bana garip bir yüz ifadesiyle bakmaya başladığında, gözlerimi gözlerinden ayırarak karşımdaki duvara sabitledim.

KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin