Cephaneliğin havaya uçurulması büyük olay oldu. Nasıl olmasın, Yunan ordusunun taarruz hayalleri (belki nihayete ermemişti ama) uzun bir süre daha ertelenmişti. Kendimi tutamayıp Veronica'ya vatanımızdan def olup gitmelerini söylediğim için yediğim tokadın acısı hâlâ hatırımda... Ancak bu bile umurumda değildi, ben gibi birçok vatanseverlerin de dışarıda bir yerlerde var olduğu gerçeği ile eteklerim zil çalıyordu; içimdeki fütursuz neşeyi saklamakta epey zorlanıyordum.
Cephanenin böyle pisi pisine kaybedilmesi Leon'u çok sarsmış olacak ki, barbar çocuk ilk gün hiç evde görünmedi. Cephaneyi kimin patlattığını bilemedikleri gibi bir de bir eşkıya yakalamışlar, onu konuşturmaya çabalıyorlarmış... Hülasa, Leon'un derdi başından aşkındı, benim de canıma minnetti doğrusu.
Annem ve Yıldız'la hastaneye giderken Kordon'da cephaneliğin patlatılmasını ellerinde Türk bayraklarıyla kutlayan bir güruha denk gelince keyfim iyiden iyiye yerine geldi. Oh, işte şu kadarcık bir muvaffakiyet bile içimizde ümit ışıkları yakmaya yetiyordu...
Hastaneden eve gelince annem odasına çekildi; dünden beri hali bir tuhaf, yorgun gibi sanki. Yıldız da dışarı çıktı, Eleni'nin çalıştığı dükkana gitmiştir muhakkak, yine sayısız esvap deneyip çıkartıp duracaktır.. Veronica da evde değildi. Günün keyfi ile bir ıslık tutturdum. Hatta hiç yapmadığım şeyi yapıp odamdan çıktım, alt katta misafirlerin ağırlandığı büyük odadaki piyanonun başına geçtim. Çook eskiden, Selanik'te yaşarken annemle babam çocuklarının piyano öğrenmesi için heves etmiş, bir hoca tutmuşlardı. Ancak Ali Kemal dışarıda yaramazlık peşinde gezmeyi, Yıldız da bebeklerini süsleyip onlarla oynamayı tercih edince derslere dikkatini veren bir ben kalmıştım. İzmir'e göç ettiğimizde henüz parasız kalmadığımız ilk senelerde de annem piyanoya devam etmeme gayret etti; ancak elbette parasızlık belası başımıza çöreklenince ne piyano kaldı, ne bir şey... Yine de küçük yaşta öğrenilen şeyler kolay unutulmazmış... Biraz Chopin denedim, bir baktım ki epey hatırlıyorum. Noktürn op.9 no.2'yi çalmaya başladım.
Yaklaşık beş dakikalık parçanın henüz ikinci dakikasındaydım ki arkamdan gelen sesle yerimde zıpladım:
"Ooo, sizin böyle marifetleriniz de mi vardı küçük hanım? Doğrusu beni şaşırttınız..."
Leon kapıya yaslanmış, kollarını göğsünde çaprazlamış, bana o her zamanki alaycı gülüşü ile bakıyor... Yüzü biraz solgundu, gün boyu oradan oraya koşturup durmuş olmalı...
Başka zaman olsa sinirlenir, derhal yerimden kalkardım. Ancak dünkü patlama, ardından bugün Kordon'da gördüğüm manzara sayesinde keyfim o kadar yerindeydi ki, ben de ona gülümsedim alaylı alaylı:
"Sayenizde memleket yangın yerine döndüğü için çalıp söyleyemiyoruz, ancak mesut günlerimizde biz Türkler de eğlenmeyi bilirdik teğmen..."
Leon hafifçe bozuldu. Ancak hemen yine aynı alaycı gülüşü takındı, yaslandığı yerden ayağa kalkıp bana yaklaştı. Tam başımda durdu. Bana doğru eğildi, hain gözlerini gözlerime dikti. O kadar yakından bakıyordu ki rahatsız oldum, hafifçe yutkunup kendimi biraz geriye çekmeye mecbur kaldım. Ancak bu mesafeden bile, ona pansuman yaparken olduğu gibi, boynundan yükselen o güzel kokusunu duyabiliyordum.
"Eğlenceniz bile bizim sayemizde mümkün, küçük hanım. Az önce çaldığınız parça, Batı medeniyetinin bir ürünü. Bize barbar diyorsunuz ama doğru dürüst bir beste bile üretemiyorsunuz! Söyleyin bana, o koskoca Osmanlı devleti bunca asırdır bir Chopin, bir Beethoven çıkarabildi mi?"
Kan beynime sıçradı! Ukalaya bak sen! Hırsla cevabı yapıştırdım:
"Bizim de o ayarda sanatkârlarımız, bestecilerimiz vardır elbette; Dede Efendi, Itri efendi... Onları bilmemeniz sizin kendi cahilliğiniz!"
"Öyle mi diyorsunuz? O halde niçin bu büyük sanatkarların eserleri yerine Batılı müzisyenlerin bestelerini icra ediyordunuz?"
Hiçbir şey demedim, önüme döndüm. Bir an durdum, ardından ani bir kararla Yine bir Gülnihal'i çalmaya başladım. Kısacık, ama pek güzel bir eserdir. Şansım da yaver gitti, bunca zamandır pratiğim olmamasına rağmen tek bir hata yapmadan tüm parçayı tamamladım. Son notayı da çaldıktan sonra ellerimi piyanodan çektim, tekrar ona döndüm, gözlerimi gözlerine diktim:
"Buyrun! Dede Efendi'den Yine bir Gülnihal... Pek latif bir eserdir, ancak bilmem beyzademizin Batı medeniyetine ait yüce (!) ruhuna hitap etmiş midir?"
Hayret. Leon bu defa alaycı biçimde gülmedi. Aksine, başını mahcup gibi önüne eğdi, yüzüne neredeyse sevimli diyebileceğim bir tebessüm kondurdu.
"Hakkınız var... Aslını isterseniz az önce söylediklerim şaka idi. Sizin elinizden bir beste daha dinleyebilmek için sizi kışkırtmak istemiştim, o kadar. Nitekim istediğimi aldım da..."
Gözlerinde muzip bir ışık yanıp söndü. Tuhaftır, beni kandırmış olduğu halde ilk defa ona karşı bir öfke duymadım, hatta az önceki gerginliğim gevşedi, ben de hafifçe gülümsedim.
"Beni kışkırtmak yerine güzellikle söyleseniz ben o besteyi yine icra ederdim Teğmen..."
"İşte orası hiç belli olmuyor," diye başını iki yana salladı. "Sizin ne zaman nasıl tepki vereceğinizi bir türlü kestiremiyorum. Yooo, aslında bilakis kestiriyorum: Bana karşı ekseriyetle mümkün olduğunca hırçın davranıyorsunuz! Sanki ne istersem tersini yapıyor gibisiniz! O sebeple sizi aldatmaya mecbur oldum..."
İtiraz etmek üzere ağzımı açtım ama hemen sonra durakladım: Bir an düşününce, Leon hiç de haksız değildi. Ona karşı sürekli bir müdafaa vaziyetindeydim. Ancak tanıştığımız ilk günden itibaren yaşadıklarımız düşünülürse haksız sayılabilir miydim? Hasan Basri'nin katiline, sürekli zaafımı arayan bir insana karşı nasıl diken üstünde olmadan, normalde olduğum gibi davranabilirdim ki zaten?
"Maalesef bunun müsebbibi sizsiniz," dedim. Sesim hafif hüzünlü çıktı.
Leon bana baktı. Yüzü ciddiydi. Hatta... biraz da mahzun gibi. Hafifçe başını salladı, ilk defa bakışlarında hiçbir istihza yoktu.
"Biliyorum..." diye mırıldandı. "Lakin keşke başka türlü olabilseydi..."
Böyle dedi, ve arkasını dönüp odadan çıktı. Piyano taburesinin üzerinde arkasından bakakaldım.
Leon'un son sözleri her nedense yüreğimde bir yere dokunmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatanımdaki Yabancı
Fanfiction"Biri ateş biri su... Zıtların müthiş uyumu... En büyük aşklar, en büyük nefretlerden doğmaz mı zaten?" Bir #Hileon hikâyesi... (Hikâye dizi ile olabildiğince uyumlu gidecektir. Ama olur da dizi saçmalar, Yıleon falan yapmaya kalkarsa o zaman yollar...