Kordon'da Türklerin toplanıp nümayiş yapacaklarını işittiğimde Hilal'in orada olmasını elbette bekliyordum. Beklemediğim şey, konuşma yapan kişinin Azize hemşire olmasıydı! Hilal nasıl da gururla dinliyordu annesini. Ancak bir an bakışları benim olduğum tarafa kaydı ve beni görünce yüzündeki mutlu anlam birden yerini bir kırgınlık ifadesine bıraktı. Onu suçlayamazdım. Bir gün evvel benden "isyancı bir Türk kızına his beslemem kabil değil," ifadesini duyduktan sonra beni kolayca bağışlamayacağı aşikârdı.
Fakat her ikimizin de hiç tahmin edemeyeceği şey, Kordon'a yerleştirilmiş olan bir bombanın varlığıydı!
Ani bir patlama, kulakları sağır eden bir gümbürtü, ve büyük bir şok... O patlama anından hatrımda kalan işte bunlar oldu.
Bombanın gümbürtüsü ile ortalık toza dumana boğuldu. Yüzümü yalayıp geçen sıcak dumanın boğazıma dolmasıyla öksürmeye başladım. Göz gözü görmüyordu. Sağımı solumu yokladım, yara almamıştım. Kulaklarımda tiz bir düdük sesi yankılanıyordu sanki, bombanın etkisi ile geçici sağırlık yaşadığımı anlamam uzun sürmedi. O esnada toz duman arasından insan silüetlerini seçtim. Yerde kıvranan, acıyla haykıran, bazıları hareketsiz kalmış bir sürü insan...
HİLAL!
Dehşetle, kalın toz tabakası içinde Hilal'i aramaya başladım. Bombanın ne tarafta patladığını tam olarak kestirememiştim, ama Hilal'in olduğu yere yakın gibi görünüyordu. Tanrım, ne olur Hilal'e bir şey olmasın! Tanrım sana yalvarırım, ne olur o iyi olsun!
Birden onu gördüm.
O hengâmenin ortasında gözlerinde yaşlarla ayakta duruyordu. Saçındaki eşarp kaymış, düşmek üzereydi; yüzü isle lekelenmişti. Sağından solundan koşturarak geçen insanlara aldırmıyor gibiydi. Gözleri ileride bir noktaya dikilmişti. Belli ki şok geçiriyordu.
İnsanların üzerinden atlayarak ona doğru koştum. Hemen yanıbaşında durduğumda bakışlarını bana çevirdi. Güzel gözleri yaşlarla doluydu.
Ona baktım, bütün vücudunu dikkatle inceledim, yaralanmadığından emin oldum ve... birden sıkıca sarıldım!
Onu ipten aldığım gün olduğu gibi... Güzel başı göğsüme yaslanmış, bir serçe misali hafifçe titriyor... Bana sokuluyor. Bense onu bütün kötülüklerden korumak ister gibi yüreğimden taşan büyük bir sevgiyle, aşkla kucaklıyorum.
"Geçti... Geçti birtanem..." diye mırıldanıyorum. Beni duymayacağını, onun kulaklarının da benimki gibi sağır olduğunu o an düşünemiyorum. Ya da belki böylesi daha çok işime geliyor. Şimdi ona istediğim her şeyi söyleyebilirim.
"Sana bir şey oldu diye aklım çıktı! Hilal, çok korktum! Seni kaybedemem!"
Bütün gücümle sarılıyorum ona, sımsıkı. O da bana sarılıyor. Ellerini sırtımda hissediyorum. Vücudu hâlâ tir tir titriyor.
Böyle belki de birkaç dakika kalmışızdır. Birden Hilal sırtımdaki ellerini çözdü ve kendini geriye doğru attı. Yüzüne baktım. Bakışlarında büyük bir korku vardı.
"Leon..." diye mırıldandı. "Annem... Ablam... Onlar... onlar nerede??"
Benden uzaklaştı ve korku içerisinde sevdiklerini aramaya koyuldu. Ben de aynı endişe ile onu takip ettim. Ve az ileride onları gördüm: Azize hanım, General Cevdet... ve yerde yatan bir karaltı. İçim cız etti. Eyvah!
Hakikaten yaralanan Yıldız'dı. General onu hemen hastaneye yetiştirdi, ben de kendi askerlerimi kontrol ettikten sonra hemen peşlerinden gittim. Yıldız'ın durumu ağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatanımdaki Yabancı
Fanfiction"Biri ateş biri su... Zıtların müthiş uyumu... En büyük aşklar, en büyük nefretlerden doğmaz mı zaten?" Bir #Hileon hikâyesi... (Hikâye dizi ile olabildiğince uyumlu gidecektir. Ama olur da dizi saçmalar, Yıleon falan yapmaya kalkarsa o zaman yollar...