Bölüm 26

2.2K 104 18
                                    

"Kayboldum teğmen. Bana yazdığınız mektubun satırları, kelimeleri arasında kayboldum. Ne gariptir ki bu halimin sonsuza kadar sürmesini temenni ediyorum. Halit İkbal de çaresiz kalabilirmiş meğer. Beni çaresiz ve cevapsız bıraktınız. Beni ilk defa duygularımı nasıl kaleme alacağımı bilmiyorum. Elimdeki divit dilsiz, çaresiz... Mürekkepse kafi kelimeleri yazmaktan aciz..."

Leon'a hitaben yazdığım mektubu bitirip koynuma, onun mektubunun olduğu yere saklamıştım. Şimdi sevgi sözcükleri ile süslenmiş iki ayrı kağıt, kalbimin tam üzerinde birbirleriyle koyun koyuna yatıyorlardı.

Onun mektubunu defalarca okumuş, artık her kelimesini ezberlemiştim. Ancak hala, "Senin teninin rengini bayrağımın beyazına, gözlerini mavisine benzetiyorum" satırına gelince yüreğim titriyor, "ben seni düşündükçe yok oluyorum" cümlesinde ise sanki ben de kendimden geçiyordum... Bütün gece gözümü bile kırpmadan, bir dua gibi, bu cümleyi kendi kendime tekrar edebilirim...

Yıldız'la birlikte yatmaya hazırlanıyorduk; o çoktan gecelik entarisini giymiş yatağa geçmişti, bense henüz günlük kıyafetimleydim. Annem içeri girdi. "Kızlar, ben konağa gidiyorum teğmene bakmaya, babaannenizi üzmeyin," dedi ve çıktı. Kalbim hızla çarpmaya başladı, avuç içlerim terledi. Ben de mutlaka onunla gitmeliydim! Yıldız: "Allah rahatlık versin," deyip yatağına girerken tuvalete gideceğime dair bir şeyler geveleyip odadan çıktım, koşup annemin peşinden yetiştim:

"Anne! Ne olur beni de götür! Lütfen!"

Annem tuhaf tuhaf süzdü beni. "Niçin? Kızım, senin bir süre ayak altında dolaşmaman lazım..."

"Anne, teğmenin iyi olduğunu kendi gözlerimle görmem lazım! Hastaneden çıkarken halâ çok bitkindi, evde biraz daha toparlanmış olduğunu görmeden içim rahat etmeyecek..." Sesimi alçalttım, annemin gözlerine diktim gözlerimi: "Neticede onu ben vurdum. Vicdan azabı içimi kemiriyor anne, ne olur anla! Bak sana söz, sen teğmenle ilgilenirken ben odaya bile girmeyeceğim. Oda kapısını azıcık aralık bıraksan yeter, yalnızca uzaktan onu bir göreyim, vicdanım rahat etsin, sadece bunu istiyorum senden." Bütün tatlılığımla baktım anneme: "Ne olur anneciğim ha, olmaz mı?"

Dil dökmelerim işe yaramıştı, annemin yüzü yumuşadı. Hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Gel," demek oluyordu bu. Sevinçle gülerek portmantodaki eşarbımı aldım.

Yirmi dakika sonra konaktaydık. Faytondan inerken dizlerim titriyordu. Birkaç gün aradan sonra onu görecek olmak, hayır, onun yazdığı satırları okuduktan sonra ilk defa onu görecek olmak kalbimin güm güm atmasına neden oluyordu. Ona cevaben yazdığım mektubu göğsüme sokuşturmuştum; kısacık bir fırsat bulup odanın kapısının altından bu cevabı atabileceğimi düşündükçe iyice bir tuhaf oluyordum.

Kirya Veronika bizi sevinçle karşıladı. Ah, oğlunu vuranın kim olduğunu bilsen böyle sevinçli olur muydun Kirya diye geçirdim içimden. Ona karşı kendimi son derece mahcup hissediyordum.

Annem dediğimi yaptı, pansuman esnasında kapıyı hafifçe aralık bıraktı. Onlar içeride pansuman ile meşgulken yüreğim adeta boğazımda atarak kapıya yaklaştım.

İşte, oracıkta, birkaç metre ileride... Üzerinde ipekten bej bir pijama var. Güzel tenine, saçlarının rengine nasıl da uymuş. Hastanedeki haline göre biraz daha toparlamış gibi. Ancak hala eski sağlıklı halinden çok uzak. Ona şefkat ve sevgi ile bakıyorum, kalbimden taşan sevgi sanki bütün konağı sıcacık yapacakmış gibi geliyor. Annem itina ile onun üzerini çıkartıyor, çıplak göğsünü gördüğümde utançla yüzümü ateş basıyor. Kapının önünden çekiliyorum, fakat kendi kendime gülümsememe mani olamıyorum. Oh, Allahım, çok şükür o iyi. Çok şükür!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 22, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Vatanımdaki YabancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin