(Resim twitter'dan alıntıdır. Kimin hazırladığını bilmiyorum, kim yaptıysa eline sağlık ^_^)
Gün daha bitmemişti. Konağın kapısının önünde Yıldız'la karşılaştım. Bileğinde para büyüklüğünde bir yara vardı. Nişanlısı yapmış! Nemli gözlerle bana baktı, beni onunla evlendirirlerse canıma kıyarım dedi. Kayıtsız kalamadım. Meyhaneye, nişanlısını ve buna müsaade eden ağabeyini bulup hesap sormaya gittim. O korkak nişanlı yerine müptezel ağabeyi Ali Kemal diklendi bana. Ona: "kıza sordunuz mu ne istediğini??" diye bağırdım. Sonra birbirimize girdik, masalar sandalyeler havada uçuştu. Övünmek gibi olmasın lakin hayırsız ağabeyi fena benzettim. Ancak dövüş yarıda kaldı: Dışarıdan gelen gürültülü bir infilak sesi ile hepimiz donup kaldık. Aklımdan hemen: "Cephanelik!" diye geçti. Nitekim, yanılmamıştım. Birileri Anadolu'ya sevk edeceğimiz bir hangar dolusu cephaneyi havaya uçurmuş, yirmiye yakın askerimizi katletmişti!
Bu menfur olay zaten olmayan dengemi alt üst etti. Ertesi gün Ölmez Hasan denen eşkıyayı da yakaladık, bütün gün onu konuşturmak için uğraş verdik. Çocuğunu getirdik konuşsun diye, lakin çocuk babasını bıçaklayınca bizim askerler onu oracıkta öldürdüler. Acıklı bir olaydı, çok acıklı... Ölmez Hasan hastaneye götürüldü, bense kendimi eve zor attım: Biraz da olsa istirahat edip son iki günün yorgunluğunu üzerimden atmak istiyordum.
Henüz eve yeni girmiştim ki, alt kattaki salondan piyano sesi geldiğini duyunca hayrete düştüm: Bu evde benim dışımda piyano çalan bir tek annem vardır. O da senelerdir piyano tuşlarına el sürmemiştir...
Merakıma yenik düşüp salona girdiğimde onu gördüm: Güzel Amazon kızını. Chopin çalıyordu. Parmakları pratiksizdi, anlaşılıyordu, ancak keyifle, hevesle icra ediyordu müziğini. Hayrete düşmüştüm: Bu küçük cadının içinde bir sanatkar ruhu varmış, kim bilebilirdi ki?
Orada ses çıkarmadan durup dinlemek vardı ya, kendime hakim olamadım. Aslında gidip yanına oturmak, tuşlara o güzel parmaklarla birlikte dokunmak için delice bir arzu büyüyordu içimde; fakat yalnızca ufak bir öksürükle oradaki varlığımı belli etmekle yetindim.
Durdu. Tuşlar üzerinde dans eden parmaklar sustu. Hemen alaycı tavrımı takındım:
"Ooo, sizin böyle marifetleriniz de mi vardı küçük hanım? Doğrusu beni şaşırttınız..."
Döndü, bana baktı. Güzel dudakları alayla kıvrıldı:
"Sayenizde memleket yangın yerine döndüğü için çalıp söyleyemiyoruz, ancak mesut günlerimizde biz Türkler de eğlenmeyi bilirdik teğmen..."
Ah bu halleri! Beni hem kışkırtan, hem de içten içe hoşuma giden halleri! Dayanamadım, yürüyüp piyanonun başına kadar geldim. Ona doğru eğildim. Şimdi yüzü yüzüme değecek kadar yakındı. Güzel gözlerinde akan nehirleri bütün teferruatıyla seyredeceğim kadar yakın...
"Eğlenceniz bile bizim sayemizde mümkün, küçük hanım. Az önce çaldığınız parça, Batı medeniyetinin bir ürünü. Bize barbar diyorsunuz ama doğru dürüst bir beste bile üretemiyorsunuz! Söyleyin bana, o koskoca Osmanlı devleti bunca asırdır bir Chopin, bir Beethoven çıkarabildi mi?"
Kızdı. Suratı pancar gibi oldu. Derhal cevabı yapıştırdı:
"Bizim de o ayarda sanatkârlarımız, bestecilerimiz vardır elbette; Dede Efendi, Itri efendi... Onları bilmemeniz sizin kendi cahilliğiniz!"
İçten içe güldüm. İşte tanıdığım Smyrni buydu, hiçbir lafın altında kalmayan akıllı ve güçlü Amazon kızı! İstediğimi almak üzereydim, yalnızca azıcık daha kışkırtılmaya ihtiyacı vardı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatanımdaki Yabancı
Fanfiction"Biri ateş biri su... Zıtların müthiş uyumu... En büyük aşklar, en büyük nefretlerden doğmaz mı zaten?" Bir #Hileon hikâyesi... (Hikâye dizi ile olabildiğince uyumlu gidecektir. Ama olur da dizi saçmalar, Yıleon falan yapmaya kalkarsa o zaman yollar...