"HİLAL'DEN"
Muhteşem bir rüya görüyordum: Yemyeşil bir çayırlıktaydım, sanki sonsuza dek uzanan bir çayırlık... Güneş batmak üzereydi, son ışıkları düşüyordu yeryüzüne. Ilık, nefis bir meltem esiyordu. Uzaktan ineklerin çan sesleri geliyordu, bir de hayli ötedeki kavak ağaçlarının hışırtıları. Ellerimi diz boyundaki çayırlara dokundurarak yürüyordum.
Sonra şen kahkahalar işitiyordum bir yerlerden: Çocuk kahkahaları! Merakla, seslerin geldiği yere doğru ilerliyordum. Ve nihayet onları görüyordum: İki minik sarışın baş, kahkahalar atarak oynuyorlardı. Yere yatmış bir yetişkin, bir birini kaldırıyordu, bir diğerini. Hep birlikte çimenlerde yuvarlanıyor, çocuklar keyiften çığlıklar atıyorlardı.
Öyle mesut bir tabloydu ki, izlerken yüzümde kocaman bir tebessüm oluşmuştu. En fazla 3-4 yaşlarında olan oğlan ve kız öyle güzellerdi ki! İnsanda tutup tombul bacaklarını ısırmak arzusu uyandıracak kadar şirin yavrucuklardı. Yanlarındaki yetişkinden çekinmesem çoktan oyunlarına dahil olmak için yanlarına giderdim, lakin çekingence izlemekle yetiniyordum.
Fakat çocuklardan biri, küçük oğlan, beni gördü. Gözlerinin içi gülerek bağırdı:
"Anne! Anneciğim! Sen de gelseneee!"
Birden şaşırdım. Sağa sola bakındım, başka biri mi var diye. Hayır, çocuk benle konuşuyordu. Onu duyan küçük kız da bana bakıp hevesle el sallamaya başlamıştı:
"Annee! Gel anneciiim, sen de bizle oyna!"
Şaşkınlıkla onlara doğru ilerledim. Küçük kızla oğlan neşeyle koşturarak kollarıma atıldılar. İkisini birden bağrıma bastım. Çocuk kokuları burnumu doldurdu. Öyle güzeldi ki, kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüme.
"Bırakın, annenizi biraz da ben kucaklayayım," dedi bir ses.
Az önce çocuklarla oynayan adam, yerinden doğrulmuştu. Gülümseyerek bize doğru geliyordu. Ona baktım ve nefesim kesildi:
Leon'du bu!
Üzerinde her zaman görmeye alışık olduğum üniforma yoktu. Beyaz, dik yakalı bir gömlek, kumaş bir pantolon giymişti, taktığı siyah pantolon askıları ona şık bir hava vermişti. Gömleğinin üst düğmeleri açıktı, saçları her zamankinin aksine yatırılmamış, çocuklarla boğuşmaktan olacak perçem perçem dağılmıştı. Yüzünde onu olduğundan da sevimli yapan bir gülüş vardı, Allah'ım, gülünce ne tatlı olduğunu bilse hep gülerdi diye geçti içimden. Yüzündeki aydınlık gülüşüyle yanımıza kadar geldi ve gözlerimin içine bakıp elini uzattı. Elimden tutup beni ayağa kaldırdığında gözlerim kamaşmış ve hayrete düşmüş bir haldeydim.
"Ne oldu Smyrni? Çocuklarının babasını tanımıyor gibi bakıyorsun!"
Batan güneşin ışıkları yüzünde titreşirken o muhteşem gülüşünü bir defa daha bahşetti bana. Benimse dilim tutulmuştu sanki, bir bu genç adama, bir eteklerime sarılmış olan iki sarışın yavruya bakıp duruyordum. Ben anne mi oldum? Ne zaman? Ben Leon'la mı evlendim?? N-nasıl??
Birden tuttuğu gibi kucakladı, kucağında döndürdü beni! Ufak bir çığlık attım:
"Leon, dur, düşeceğiz!"
"Hah şöyle, sonunda beni tanıyabildin!" diye bir kahkaha attı ve beni bir defa daha döndürdü. Sonra yavaşça kucağından indirdi, ancak uzaklaşmadı. Belimden tutup yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözlerimiz birbirine kilitlendi. Güzel, kehribar rengi gözlerinde sevgi dolu bir bakış titreşiyordu.
"Hilal..." diye fısıldadı.
İçime bir bahar rüzgarı esti sanki. Onun ağzından adımı her işittiğimde olduğu gibi bir ürperme sardı bedenimi. Yutkundum ve hafifçe, mahcup bir biçimde gülümsedim. Leon başını kaldırdı, alnıma hafif bir buse bıraktı. Sonra bir elini kaldırdı, yanağımı okşadı. Tüylerim diken diken oldu. Bu dokunuş... ne kadar da tatlıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatanımdaki Yabancı
Fanfiction"Biri ateş biri su... Zıtların müthiş uyumu... En büyük aşklar, en büyük nefretlerden doğmaz mı zaten?" Bir #Hileon hikâyesi... (Hikâye dizi ile olabildiğince uyumlu gidecektir. Ama olur da dizi saçmalar, Yıleon falan yapmaya kalkarsa o zaman yollar...