Uyuyamıyordum. Ertesi günün Hilal'in son günü olabileceğini düşündükçe uyku tutmuyordu, yatakta kıvranıp duruyordum.
Gecenin kör saatinde kalktım, karargaha gittim. Nöbetçi askeri uyuklarken yakaladım, ona gidip biraz kestirmesini, nöbeti benim devraldığımı söyledim. Böylece rahat rahat Hilal'in yanına geçebilecektim. Hücreye inen merdivenleri adımlarken heyecan ve onu görecek olmanın sevincinden bacaklarım titriyordu.
Önce güzel sesi geldi kulağıma. Bir türkü söylüyordu.
"...Arda Boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genç yaşta denizlere attın ya beni."
Nasıl da içli içli okuyordu... Sesindeki hüzün aramızdaki mesafeleri aştı, gelip ta yüreğimin içine aktı. Ah Smyrni, kendine nasıl kıyıyorsun diye düşündüm yine, gözlerim nemlendi... Türkü bittikten sonra bir süre daha yerimden kımıldayamadım. Sonra hafifçe öksürdüm. Burada olduğumu fark etsin, biraz toparlansın istiyordum. Savunmasız bir anında yakalarsam ne denli hırçınlaşacağını bilecek kadar tanımıştım onu.
Kapıda durdum. Ona baktım. Konuştuğumda sesim tarazlıydı.
"Uyumamışsın..."
Şaşılacak şey, fakat bana gülümsedi. Gözlerinin altı mor halkalarla doluydu, ancak bu güzel gözlerde tuhaf bir tevekkül vardı şimdi.
"Dünya üzerindeki son gecesini geçirdiğini bilen biri, kalan vaktini uyuyarak ziyan etmez teğmen..."
Yutkundum. Ona karşı gelip münakaşaya girmemek için kendimi zor tutuyordum, ancak öfkesini parlatmanın hiçbir faydası yoktu. Ağır adımlarla ilerledim, yanına oturdum. Sol kolum onun bedenine temas etti, ikimiz de uzaklaşmak için uğraşmadık. Sanki iki yaralı ruh, birbirimize ilk defa dokunarak şifa buluyorduk.
Bir süre sustuk. Lakin içten içe kıvranıyordum, bir şeyler söylemeli, bir şeyler yapmalı; Smyrni'yi pişman olup General'e suçlu olmadığını haykırması için ikna etmeliydim. Yine mitolojiye sığındım: İyi bildiğim o masallara. Orada günümüze ışık tutacak bir bilgelik mutlaka bulunurdu...
"Ay tanrıçası Selene'nin öyküsünü bilir misin?" dedim. "Bir efsaneye göre Selene Pandora'nın kutusundan son çıkan şeyi yani umudu korumakla vazifeliydi. Kendisine yardımcı olarak dünyadan genç kızlar seçerdi. Bu kızlar, insanları dünyadaki kötülüklerden korumaya ve uzak tutmaya çalışırlardı."
Hilal gülümsedi. Sağ yanağının gerilmesinden anladım.
"Bana bunu neden anlatıyorsun? Amazon Smyrni'nin hikayesinden sonra bir de Selene'yi mi çıkaracaksın başıma?"
Güldüm. "Mitolojik öyküler masal gibi görünürler, oysa bugünkü dünya hakkında bize çok şey anlatırlar," dedim. "Selene'nin ümidi korumaya çalışması beyhude değil: Ümit olmazsa hiçbir şey olmaz Hilâl... Ümidi korumak lâzım. Eh, sen de hilal, yani ayın bir parçası olduğuna göre, Ay Tanrıça'sının dünya üzerindeki mümessillerinden biri olmakla mükellefsin. Bu vazifeden kaçamazsın..."
Umutsuzca ona ulaşmaya çabalıyordum ancak bu çabamı da savuşturdu, hemen konuyu değiştirdi:
"Peki Leonidas ne demek? Senin ismin de mitoloji ile alakalı mı?"
"Değil... Benim ismim Pers ordusuna karşı müthiş bir kahramanlık gösteren Sparta Kralı Leonidas'tan geliyor. Kendisi yalnızca 300 askeriyle koskoca bir ordunun karşısına dikilmiş gerçek bir kahramandır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatanımdaki Yabancı
Fanfiction"Biri ateş biri su... Zıtların müthiş uyumu... En büyük aşklar, en büyük nefretlerden doğmaz mı zaten?" Bir #Hileon hikâyesi... (Hikâye dizi ile olabildiğince uyumlu gidecektir. Ama olur da dizi saçmalar, Yıleon falan yapmaya kalkarsa o zaman yollar...